top of page
  • Avukat Baran DELİL

Mücbir Sebep Nedir? Mücbir Sebeplerin Sözleşmeye Etkisi Nedir? İfa İmkansızlığı ve İfa Güçlüğü 2024

Delil Hukuk Bürosu

mücbir sebep nedir
 

Makale İçeriği:

 

Mücbir Sebep Nedir?


Mücbir sebep(force majeure), idare hukukundaki yaygın kullanımıyla "zorlayıcı neden": Hukuki ilişkinin tarafları arasında kanundan veya sözleşmeden doğan karşılıklı her türlü görev, taahhüt ve yükümlülüklerin tamamının veya bir kısmının, tarafların kendi şahıslarından veya işletmelerinden kaynaklanmayan sebeplerle yerine getirilemeyeceği veya yerine getirilmesinin aşırı oranda zorlaştığı hallerdir. Mücbir sebepler, taraflardan kaynaklanmayan, önceden tahmin edilmesi mümkün olmayan ve karşı konulamayan dış kaynaklı olaylardır. Örneğin idare ile ihale gereği iş yürüten bir firmanın işlerini yürüttüğü iş sahasında deprem meydana gelmesi ya da arsa sahipleri ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi akdetmiş olan bir yüklenicinin(müteahhit) imal etmekte olduğu inşaat sahasında meydana gelen bir sel felaketi sonucunda kaba inşaat halindeki yapının yıkılması gibi durumlarda mücbir sebebin var olduğunun kabulü gerekmektedir.


Ancak bir olayın mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartların mevcut olması gerekmektedir:

  1. Mücbir sebepler dış kaynaklı olmalıdır, tarafların kendilerinden kaynaklı sebepler mücbir sebep olamaz,

  2. Dış kaynaklı bir olayın mücbir sebep olması için, kaçınılmaz olması gerekmektedir. Eğer borçlunun gerekli önlemleri almak suretiyle söz konusu mücbir sebepten kaçınmasının mümkün olduğu anlaşılabiliyorsa, bu durumda mücbir sebebin varlığından söz edilemez.

  3. Mücbir sebep, öngörülemez bir olay olmalıdır.

Bu bahsetmiş olduklarımız yanında mücbir sebep olarak ileri sürülen olayın, taraflar arasındaki söz konusu yükümlülüklerin tamamının veya bir kısmının yerine getirilmesini imkansız hale getirmesi ya da ifayı aşırı oranda güçleştirmesi gerekmektedir. Bu anlamda Düzce'de meydana gelen bir depremden ötürü Muğla'daki bir inşaat faaliyetinin yerine getirilemeyecek olduğunu iddia etmek absürt olacaktır. Bu tarz bir durumun mevcudiyeti halinde mücbir sebep iddiasında bulunan tarafın bu iddiasını ispatla mükellef olduğunun kabulü gerekir.



Mücbir Sebepler Nelerdir?


Mücbir sebepler kanunun lafzından ve yorumundan, uygulamadan ve/veya sözleşmeden kaynaklı olabilmektedir. Başlıca mücbir sebep halleri:

  • Deprem ve sel gibi doğal afetler,

  • Savaş ve seferberlik hali,

  • Salgın,

  • Ekonomik kriz,

  • Hastalık ve

  • Mevzuat değişiklikleri

şeklinde sayılabilir.



Mücbir Sebepler Nasıl Belirlenir?


Mücbir sebepler kanun hükmü ve bu hükümlerin yorumlanıp somut olaya uyarlanmasından, uygulama kuralları ve emsal nitelikli mahkeme kararlarından ve sözleşmeden doğabilir. Özellikle tacirler açısından "basiretli tacir" ilkesi gereği, sözleşmelerde bulunan mücbir sebep hükümlerinin oldukça öngörülü düzenlenmesi gerekmektedir.


Mücbir sebepler Türk Borçlar Kanunumuzda 136. ve 137. maddelerde "İfa İmkansızlığı" adı altında düzenlenmiştir. Türk Borçlar Kanunumuzun 138. maddesinde ise aşırı ifa güçlüğü düzenlenmiş olup, aşırı ifa güçlüğü halinin niteliği itibariyle bir çeşit mücbir sebep olduğu söylenemeyecek olsa dahi, sözleşmenin uyarlanması gibi imkanlara kapı aralaması söz konusu olmaktadır.



a) Tam İfa İmkansızlığı


Tam ifa imkansızlığı, Türk Borçlar Kanunumuzun 136. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmü: Borcun ifasının, borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle tamamen imkansız hale gelmesi halinde mücbir sebebin sonuçlarını ve tarafların izlemesi gereken yolu ortaya koymaktadır.


Türk Borçlar Kanunumuzun 136. Maddesine Göre: "Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür."

Yukarıda alıntılamış olduğumuz kanun hükmüne göre, mücbir sebepten muzdarip olan borçlu:

  1. İfanın imkansızlaştığını alacaklıya bildirmeli,

  2. Bildirim gecikmeksizin gerçekleştirilmeli,

  3. Zararın artmaması için gerekli önlemleri almalıdır

Bu şartları yerine getirmeyen borçlu, mücbir sebepten kaynaklı olarak meydana gelen tüm zararları gidermek durumunda kalacaktır. Tabii ki bu şartlar, her somut olay özelinde ayrı ayrı değerlendirmeye alınmalıdır.



b) Kısmi İfa İmkansızlığı


Kısmi ifa imkansızlığı da, Türk Borçlar Kanunumuzun 137. maddesinde düzenlenmiştir ve borcun yalnızca bir kısmının yerine getirilmesinin imkansız hale gelmesi durumunda tarafların izlemesi gereken yol haritasını çıkarmaktadır.


Türk Borçlar Kanunumuzun 137. Maddesine Göre: "Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır."

Kısmi ifa imkansızlığında borçlu, kural olarak yalnızca borcun imkansızlaşan kısmını ifa etmekten kurtulmuş olur. Ancak yukarıda alıntılamış olduğumuz madde hükmü, bu kuralın istisnalarını düzenlemiştir. Madde hükmüne göre bu istisnai halleri dört başlık altında toplayıp nispeten daha detaylı bir şekilde yorumlayacak olursak:

  1. Kısmi ifa imkansızlığı önceden öngörülebilecek olsaydı(tamamen bir varsayım olarak) taraflarca sözleşmenin imzalanmayacak olduğu hususu açıkça anlaşılırsa, borcun tamamının sona erdiği kabul edilir. Ancak bu kabul, uygulamada ileri sürülmesi gereken bir kabuldür. Olası bir uyuşmazlık halinde somut olayı ve taraflar arasındaki uyuşmazlığı inceleyen mahkeme, tarafların sözleşme ilişkisi dahilindeki karşılıklı hak ve alacaklarını değerlendirir ve tarafların dürüst, makul ve ortalama zekaya sahip kişiler olduğu öngörüsüyle ifası imkansız hale gelen kısmın sözleşmesel ilişkinin kurulmasında asli bir faktör olup olmadığını değerlendirir. Dolayısıyla kanunkoyucu tarafından bu şekilde muğlak bir ifadede bulunulmak suretiyle hakime takdir yetkisi vermiş olduğu düşünülebilecekse dahi, 137. maddenin 2. fıkrasında bu durum, "alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması" ifadesi ile en azından alacaklı açısından netlik kazanmıştır. Ancak bu kesinlik, borçlu açısından tanınmamıştır. Bu durumun olası sonuçlarını 2. fıkrayı açıklarken hep birlikte tartışalım.

  2. Alacaklının kısmi ifaya razı olması durumunda, borcun ifasının imkansız hale gelmediği kısmı ifa edilir. Bu husus 137. maddenin 2. fıkrasının ilk cümlesinde düzenlenmiştir. Bu durumda borçlunun ifayı reddetme durumu yalnızca 137. maddenin 1. fıkrasının son cümlesinde yer alan "Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer." hükmü ile mümkün olabilmektedir.

  3. Kısmi ifa halinde ifaya razı olmama hali, açıkça ve yalnızca alacaklıya verilmiş olan bir haktır. 137. maddesinin 2. fıkrasının 2. cümlesinde bu hak yalnızca alacaklıya tanınmış, borçluya tanınmamıştır ve alacaklının bu şekilde ifayı kabul etmemesi halinde, Türk Borçlar Kanunumuzun 136. maddesinde düzenlenmiş olan tam imkansızlık hali uygulanır ve tam imkansızlığın sonuçlarına göre işlem yapılır.

  4. Tüm bunların yanında her ne kadar kısmi imkansızlık hali gerçekleşmiş olsa da, karşı edimin bölünebilir nitelikte olmaması halinde de tam imkansızlık hükümleri uygulanabilecektir.



c) Aşırı İfa Güçlüğü


Aşırı ifa güçlüğü, Türk Borçlar Kanunumuzun 138. maddesinde düzenlenmiştir ifa imkansızlığı halleri ile sürekli olarak birbirine karıştırılmaktadır. Aşırı ifa güçlüğünde edimin ifası imkansız hale gelmemiş olup, yalnızca yerine getirilmesi aşırı oranda güçleşmiştir. Bu durumda borçlu, edimin ifasından kurtulmaz, ancak değişen durumlara uygun olarak sözleşmesel ilişkinin uyarlanması yoluna gidilir.


Türk Borçlar Kanunumuzun 138. Maddesine Göre: "Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır."

Aşırı ifa güçlüğü halinde de, ifa imkansızlığı hallerinde olduğu gibi taraflarca öngörülemeyen olağanüstü bir durum söz konusu olmaktadır ve borçlunun bu durumun yaşanmasında kusurunun olmaması şartı aranmaktadır. Ancak farklı olarak aşırı ifa güçlüğünde borçlu, borcunu ifadan kurtulmamakta, yalnızca hakimden sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını talep edebilmektedir. Sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasının mümkün olmaması halinde ise kural olarak sözleşmeden dönme yoluyla sözleşme ilişkisi geriye dönük olarak sonlandırılır. Ancak sürekli edimli sözleşmelerde sözleşmeden dönme yerine sözleşmenin feshi yoluyla sözleşme ilişkisinin ileriye dönük olarak sonlandırılması kuralı geçerlidir.


Borçlunun bu şekilde terditli olarak talepte bulunabilmesi için:

  1. Borçludan kaynaklanmayan bir sebeple olağanüstü bir durumun ortaya çıkmış olması,

  2. Söz konusu bu olağanüstü durumun, sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen bir durum olması,

  3. Yaşanan olağanüstü durum sebebiyle borçludan edimin ifasının istenmesinin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecek nitelikte olması,

  4. Borçlunun henüz borcunu ifa etmemiş olması ya da borcun ifa edilmesinin aşırı ölçüde güçleşmiş olmasından doğan haklarını saklı tutmak suretiyle ifa gerçekleştirmiş olması

şartlarının bir arada bulunması gerekmektedir.


Kanunda yer alan bu ifadelerin son derece genel ve soyut ifadeler olduğu ilk bakışta göze çarpmaktadır. Örneğin "olağanüstü", durum ne demektir? "Borçlunun "kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine" değiştirmesi ifadesi ne anlamına gelmektedir ve edimin ifasının istenmesi hangi aşamada dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecek bir hale gelmektedir?


Bütün bu soyut ve genel ifadeler, kanunkoyucu tarafından hakime yönelik olarak her somut olay özelinde bu hususların değerlendirilip karara bağlanması yönünde tekdir yetkisi tanındığını göstermektedir. Somut olayı inceleyen hakim, somut olayı tüm yönleriyle değerlendirecek, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini değişen şartları da dikkate alarak karşılaştıracak ve Türk Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde de yer alan dürüstlük kuralına göre bir hüküm kuracaktır.



d) Sözleşmeden Kaynaklı Mücbir Sebepler


Mücbir sebepler, sözleşmeden de kaynaklı olabilmektedir. Taraflar, sözleşme ilişkisi ve sözleşme özgürlüğü ilkesi kapsamında sözleşmesel olarak mücbir sebep belirlemesinde bulunabilirler. Tarafların aralarında akdetmiş oldukları sözleşme içerisinde sözleşme özgürlüğü kapsamında mücbir sebep hükümleri belirlemeleri halinde, daha sonra bu durumların mücbir sebep teşkil etmediği ve etmeyeceği yönünde itirazda bulunmaları Türk Medeni Kanunumuzun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil edecektir. Ancak bununla beraber, sözleşme ile belirlenmiş olan mücbir sebebin de mevzuata, kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olmaması gerekmektedir.


 

Mücbir Sebeplere İlişkin Yargıtay ve Danıştay Kararları

 
  • Mücbir sebebin varlığını ispat külfetinin, mücbir sebep iddiasında bulunan ve mücbir sebepten menfaat sağlayacak olan kişiye ait olacağına dair karar,

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2013/3415 E., 2013/19571 K. sayılı kararı "İçtihat Metni" Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 19/09/2012 tarih ve 2011/451-2012/984 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, perakende satış faaliyetinde bulunan müvekkilinin bir kısım emtiayı depolanması amacıyla davalıya teslim ettiğini, davalının "depoda bulunan müvekkiline ait emtianın sel baskını nedeniyle hasarlandığını, sigorta muafiyetinin mahsubu ile 138.365,00 USD'yi 15.12.2009 tarihli bir çek düzenlemek suretiyle ödeyeceklerini" sözlü ve yazılı beyan etmesine rağmen bir ödeme yapılmadığını ileri sürerek şimdilik 10.000,00 TL'nin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacıya ait 401 kap emtianın zayi olduğunu, büyük çapta meydana gelen ve engellenmesi mümkün olmayan, mücbir sebep niteliğindeki sel felaketi nedeniyle iade yükümünü yerine getiremeyen müvekkiline bir kusur yüklenemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, bir zararın olup olmadığı, var ise miktarı, sel baskınının mücbir sebep sayılıp sayılmayacağının tespiti için keşfen bilirkişi incelemesine karar verildiği, verilen kesin süreye rağmen davacının geçerli bir mazeret bulunmaksızın keşif yolluğu ve bilirkişi ücretlerini yatırmadığı, talep edilebilecek hasar tutarının ve davalının hasardan sorumluluğunun belirlenmesinin ancak keşif ve bilirkişi incelemesi ile mümkün olabileceği, davacının bu hususları ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Davacı, davalının deposuna bıraktığı emtianın kendisine teslim edilemediğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı ise, mücbir sebep niteliğindeki sel felaketi sebebiyle davacıya ait bir kısım emtianın zayi olduğunu, kendisine kusur izafe edilemeyeceğini savunmuştur. Mahkemece, sel baskınının mücbir sebep sayılıp sayılmayacağının tespiti için keşif kararı verildiği, kesin süreye rağmen davacı vekilinin keşif yolluğu ve bilirkişi ücretini yatırmadığı, dolayısıyla davalının sorumluluğunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, sözleşmenin ifasını olanaksız kılan mücbir sebebin varlığını ispat yükü bu durumu iddia eden davalıya aittir. Hal böyleyken mücbir sebebin ispat külfeti davacıya yüklenerek, davacının keşif yolluğu ve bilirkişi ücretini yatırmadığı, mücbir sebebin ve davalı sorumluluğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 04/11/2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."


 
  • İş hukukuna ilişkin sözleşmelerde önceden öngörülemeyecek ve kaçınılamayacak nitelikte sonuçlar doğuran mevzuat değişikliklerinin mücbir sebep olarak kabulüne dair karar,

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2012/38921 E., 2014/32325 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

"...

...

... DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ikramiye, sosyal haklar, eşitlik ilkesine aykırı davranış tazminatı ile fark ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I A)Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin davalıya ait işyerinde 23.12.1993-01.11.2010 tarihleri arasında işyeri hekimi olarak kısmi zamanlı çalışma yaptığını, 23.12.1993 tarihinde yürürlükte olan 2368 sayılı yasa ile, kamuda tam gün çalışmalarını sürdüren tabiplerin, bu çalışmalarının yanı sıra özel sektörde de kısmi zamanlı çalışma yapabileceklerine izin verildiğini, 5947 sayılı yasa ile 2368 sayılı Kanunun ilgili hükümleri ilga edildiğinden iş akdinin mücbir sebep neticesinde 01.11.2010 tarihinde sona erdiğini, müvekkilinin ücretlerinin davalı işveren tarafından 2010 yılı başından itibaren ilgili kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak aşağı indirildiğini belirterek kıdem tazminatı, ikramiye, sosyal haklar, eşitlik ilkesine aykırı davranış tazminatı, fark ücret alacağı olmak üzere toplam 9.000,00 TL'nin davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B)Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili cevap dilekçesi ile: davacının 25.10.2010 tarihli ihtarnamesi ile 01.11.2010 tarihinde geçilecek aile hekimliği uygulaması çerçevesinde 27.10.2010 tarihinde işyerinden ayrıldığını, davacının müvekkili işyerinde haftanın 5 günü 17:30-18:30 saatleri arasında aylık 2.293,00 TL ücret ile çalıştığını, iş akdinin davacı tarafından feshedildiğinden kıdem tazminatına hak kazanamayacağını, iş yerinde iddia edildiği şekilde sosyal yardım uygulamasının bulunmadığını, izinlerini kullandığını, ücretin uzun süredir Tabipler Odasının belirlediği ücretten düşük olmasına rağmen davacı tarafça ihtirazı kayıtsız olarak tahsil edildiğini, talebin iyiniyetle bağdaşmadığını, taleplerin zaman aşımına uğradığını belirterek açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın reddine karar verilmiştir.

D)Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

E)Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacı, davalı işveren ile arasında düzenlenen işyeri hekimliği sözleşmesini ilk olarak 31/05/2010 tarihinde ihtarname ile ve kamuda çalışan doktorların başka bir yerde görev almasını engelleyen 5947 sayılı Yasa uyarınca 30/07/2010 tarihi itibariyle feshedeceğini bildirmiş olup, fesih iradesi açıklandıktan sonra davacının aile hekimliği için başvuruda bulunması fesih olgusunu ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, anılan yasal düzenleme uyarınca kamuda çalışan hekimlerin başka bir iş yapamayacakları amir hüküm olarak da kabul edilmiştir. Bu durumda davacının hizmet ilişkisinin devamı esnasında ortaya çıkan mücbir sebep halinin kabulü ve buna göre kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalıdır. F)Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 03.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."


 
  • KPSS'yi kazanıp kamuda işe girmenin, işçi açısından mücbir sebep teşkil etmeyeceği ve ihbar ile kıdem tazminatına hak kazanılamayacağına dair karar,

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2013/27777 E., 2014/36796 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

"...

...

... Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin değişen alt işveren yanında davalı kurumun güvenlik işinde çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta tatili çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücreti ile yıllık izin ücreti alacaklarının faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının KPSS’yi kazanarak kendisinin işten ayrıldığını, taleplerinin yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacı işçinin iş sözleşmesini KPSS neticesinde kamuya atanmasının mücbir sebep oluşturacağı ve davacının kıdem tazminatına hak kazanacağı, diğer taleplerine ilişkin alacakları da bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı ve dahili davalı vekilleri temyiz etmiştir.


Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı ve dahili dava vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-İş sözleşmesinin kim tarafından ne şekilde sona erdirildiği taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.

Somut olayda davacı iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini iddia ederken davalı davacının Kamu Personeli Seçme Sınavını kazanarak bir kuruma yerleştiğini ve kendisinin işi bıraktığını savunmaktadır. Davacı şahidi B.. A.. davacıyla aynı dönemde işverence işten çıkarıldıklarını beyan ederek davacıyı doğrulamış ise de, davacı şahidinin davacının iddia ettiği tarihten daha önce, 23.12.2010 tarihinde iş sözleşmesinin sona erdiği Yargıtay 7. Hukuk Dairesi tarafından 2013/14811-21403 sayılı kararla düzelterek onanıp kesinleşen Ankara 3. İş Mahkemesi'nin 2011/241-2013/19 sayılı kararından anlaşıldığından davacı şahidinin bu noktada beyanına itibar edilmesi mümkün değildir. Öte yandan davalı tanıkları davacının kamuya yerleştiği için işi kendisinin bıraktığını doğrulamıştır. Nitekim mahkemece de feshin işverenden gelmediği kabul edilmiş olup, kamuda işe girme durumu mücbir sebep olarak değerlendirilerek davacının kıdem tazminatına hak kazandığı kabul edilmiştir.

Gelinen noktada iş sözleşmesinin davacı tarafından feshedildiği kuşkusuzdur. Öncelikle ihbar tazminatının kabul edilmesi yerinde değildir. Ayrıca kamuda bir işe yerleşmek ise mücbir sebep olarak değerlendirilemez. Zira mücbir sebebin harici ve öngörülemez bir sebep olması gereklidir. İstifa ederek iş sözleşmesini kendisi sona erdiren taraf kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamaz. Şu halde davacının iş sözleşmesinin haklı bir sebep yokken kendisi tarafından sona erdirildiğinin kabulü ile davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken bu taleplerin hüküm altına alınması isabetsizdir.

3-Davalı tarafından dava dilekçesinin karar başlığında dahili davalı olarak gösterilen şirkete tebliği talep ettiği ve mahkemece bu konuda davalıya süre verildiği, dava dilekçesinin dahili davalıya tebliğ edildiği ve yargılamaya bu şekilde devam edildiği görülmektedir. Öncelikle davalı tarafından yapılan işlem davanın ihbarıdır. Yoksa davalı tarafta bir değişiklik yapma yetkisi bulunmamaktadır. Dahili davalı olarak gösterilen şirketin ise davaya müdahale talebi olduğuna dair dosyada bir bilgi bulunmamaktadır. Şu halde ihbar olunan şirketin karar başlığında dahili davalı gösterilmesi ve hüküm kısmında ise davacyıın taleplerinden davalının sorumlu tutulduğuna dair ifadeler kullanılarak kararda karışıklığayken olunması da bozma sebebi yapılmıştır.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."


 
  • İdari sözleşmelerde mücbir sebeplerin uygulanma ve bildirim şekli sözleşme ile kararlaştırılmışsa, bu sözleşmede kararlaştırılmış olan bildirim şekli ile mücbir sebep hususunun bildirilmemiş olması halinde mücbir sebepten faydalanılamayacağına ilişkin karar,

Danıştay 13. Daire Başkanlığı 2012/2974 E., 2018/4615 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

"...

...

...

Sözleşmenin ekinde (Ek-1) yer alan tarife, 30 Nisan 1997 tarihinden itibaren fiili devre kadar yapılacak toplu iş sözleşmesinin sonuçlarının etkisi oranında Bakanlıkça revize edilecektir..." düzenlemesi; "Mücbir sebepler ve sonuçları" başlıklı 22. maddesinde "Sözleşme çerçevesinde bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için, olaydan etkilenen tarafın gerekli özen ve dikkati göstermiş ve önlemleri almış olmasına karşın önlenemeyecek, kaçınılamayacak veya giderilemeyecek olması ve bu durumun Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerin yerine getirilmesini zaman ve/veya maliyet açısından önemli ölçüde veya tamamen olumsuz yönde etkilemesi gerekir. Belirtilen bu genel esaslar çerçevesinde mücbir sebep sayılacak olaylar aşağıdaki hâllerle sınırlı olmamak ve ulusal veya uluslararası kuruluşlarca belgelendirilmek koşuluyla şunlardır;

a- Yer sarsıntısı, sel, fırtına, çığ, yıldırım gibi doğal afetler veya salgın hastalıklar,

b- Türkiye'de veya yatırım ile üretim için gerekli malların temin edildiği ülkelerde savaş veya seferberlik hâlleri, halk ayaklanmaları, saldırı veya terör hareketleri, sabotajlar, isyanlar veya çalışanları işinden alıkoyabilecek hâller,

c- Malzeme ve daimi teçhizat nakliyelerindeki kazalar ile patlama ve yangınlar,

d- Türkiye'de veya yatırım ile üretim için gerekli malların temin edildiği ülkelerde grev, lokavt ve işin yavaşlatılması, işçi hareketleri veya aynı anlamda nakliye işlerini etkileyen işçi ve işveren hareketleri,

e- Çıkabilecek tarihi ve arkeolojik bulgular,

f- Nükleer ve kimyasal serpintiler,


Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi sırasında yukarıda belirtilen sebeplerden birinin veya birkaçının gerçekleşmesi hâlinde, bundan etkilenen taraf, mücbir sebebin başlama tarihinden itibaren onbeş gün içinde mücbir sebebin başlama tarihi ile mahiyetini, süresini veya tahminen ne kadar süreceğini, alınan önlemleri, olayı belgeleyen ulusal veya uluslararası kuruluş yazısını, yazılı olarak diğer tarafa ve Hazine Müsteşarlığı ile EEF'ye bildirecektir. Mücbir sebebin sona ermesinden itibaren otuz gün içinde yazılı olarak mücbir sebebin başlama ve bitiş tarihlerini, mahiyetini, sebep olduğu zararı, gecikme ve maliyet artışlarını kanıtları ile birlikte karşı tarafa, Hazine Müsteşarlığına ve EEF'ye sunacaktır. Mücbir sebep ve sonuçları, Bakanlık ve Şirket temsilcileri tarafından birlikte görüşülerek doğan zararlar, gecikme süreleri ve maliyet artışları, üretim, yatırım ve rehabilitasyon programları üzerindeki etkileri belirlenerek Bakanlığın onayına sunulacaktır. Bakanlık onayından sonra iş programı veya işletme programı ile tarife yeniden düzenlenecektir. Mücbir sebep nedeni ile kısmen veya tamamen elektrik enerjisi üretilip şebekeye verilemez ise; a) Ortaya çıkabilecek ek finansman ihtiyacı, mümkünse önce sigorta tazminatlarından karşılanacaktır. Ek finansman ihtiyacının sigorta tazminatlarından karşılanamaması durumunda, öncelikle Şirketçe temin edilecek krediler ile, Şirketin kredi bulamaması ya da Bakanlığın uygun görmemesi durumunda ise EEF tarafından verilecek krediler ile giderilecektir. b) Mücbir sebep ve sonuçlarının devamı süresince, kâr hariç kapasite bedeli, varsa sigorta tazminatlarından, sigorta tazminatlarından karşılanamaması durumunda ise öncelikle Şirketçe temin edilecek krediler ile, Şirketin kredi bulamaması ya da Bakanlığın uygun görmemesi durumunda ise EEF tarafından verilecek krediler ile ödenecektir. Mücbir sebep olayının etkileri ortadan kalktıktan sonra Bakanlık tarafından tarife ayarlanarak, alınan kredinin geri ödenmesi sağlanacaktır." düzenlemesi yer almıştır.


Hukukî Değerlendirme:

İmtiyaz Sözleşmesinin "Mücbir sebepler ve sonuçları" başlıklı 22. maddesinde sözleşme çerçevesinde bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için gerekli olan şartlara yer verilmiş ve mücbir sebebin ulusal veya uluslararası kuruluşlarca belgelendirilmesi gerekliliği kurala bağlanmıştır. Maddenin devamında, mücbir sebepten etkilenen tarafa, mücbir sebebin başlama tarihinden itibaren onbeş gün içinde mücbir sebebin başlama tarihi ile mahiyetini, süresini veya tahminen ne kadar süreceğini, alınan önlemleri, olayı belgeleyen ulusal veya uluslararası kuruluş yazısını, yazılı olarak diğer tarafa ve Hazine Müsteşarlığı ile ... Fonu'na (EEF) bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Mücbir sebebin sona ermesinden itibaren de otuz gün içinde yazılı olarak, mücbir sebebin başlama ve bitiş tarihleri, mahiyeti, sebep olduğu zarar, gecikme ve maliyet artışlarının kanıtları ile birlikte karşı tarafa, Hazine Müsteşarlığına ve ...'ye sunulması gerektiği; mücbir sebep ve sonuçlarının, davalı idare ve davacı şirket temsilcileri tarafından görüşülerek doğan zararlar, gecikme süreleri ve maliyet artışları, üretim, yatırım ve rehabilitasyon programları üzerindeki etkilerinin belirlenerek davalı idarenin onayına sunulacağı, ancak davalı idare onayından sonra iş programı veya işletme programı ile tarifenin yeniden düzenleneceği kurala bağlanmıştır.


Dava konusu olay İmtiyaz Sözleşmesi'nin 22. maddesi çerçevesinde değerlendirildiğinde, 18/08/2009 tarihinde meydana gelen göçüğün mahiyeti, tahminen ne kadar süreceği ve alınan önlemlerin on beş gün içerisinde davalı idareye, Hazine Müsteşarlığı'na ve ...'ye bildirilmesi gerekirken bildirilmediği, davacının delil tespiti isteminin ... Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 31/08/2009 tarihinde sadece ...'a tebliğ edildiği, bunun haricinde kamu kurumlarına yapılan bildirim olmadığı anlaşılmaktadır. Davalı idarenin ilgili kuruluşu olsa da ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan ...'a yapılan bildirimin davalı idareye yapılmış sayılması ve İmtiyaz Sözleşmesi'nde öngörülen içerikte olmayan bildirim ile İmtiyaz Sözleşmesi'nde yer alan bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmiş sayılması mümkün değildir.


Tam yargı davalarında, hakkını ihlal eden olayı, illiyet bağını ve zararı ispat yükü davacıya düşer. (ONAR, Sıddık Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C.III, s.1979-1980) İmtiyaz Sözleşmesi çerçevesinde bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeyen davacı şirket, mücbir sebebi ispat yükümlülüğünü de yerine getirmemiş olup, mücbir sebep nedeniyle oluştuğunu iddia ettiği tazminat istemi kabul edilemez.


Ayrıca, İmtiyaz Sözleşmesine göre, davacı şirketin mücbir sebebe ilişkin yükümlüğü bildirim ile bitmemektedir. İmtiyaz Sözleşmesi gereğince, mücbir sebep ve sonuçları davalı idare ve davacı temsilcileri tarafından birlikte görüşülerek, doğan zararlar, gecikme süreleri ve maliyet artışları, üretim, yatırım ve rehabilitasyon programları üzerindeki etkileri belirlenerek davalı idarenin onayına sunulması, ancak onay sonrasında iş programı veya işletme programı ile tarifenin yeniden düzenlenmesi mümkündür. Dava konusu olay bu açıdan değerlendirildiğinde, davacı şirketin mücbir sebep konusunda İmtiyaz Sözleşmesi'nde öngörülen süreçleri işletmediği, süreci davalı idare ile birlikte yönetmediği, yapılacak harcamalara ilişkin davalı idare ile birlikte planlama yapmadığı, davalı idareden gerekli onayları almadığı, davacının kendi beyanlarından da anlaşıldığı üzere aldığı teknik raporlara göre harcamalar yaptığı, sonrasında ise bakılan dava ile bu yaptığı harcamaların kendisine ödenmesini talep ettiği görülmektedir.


Davacı şirketin süreci davalı idareye bildirmeyerek mücbir sebebe ve doğan zarara ilişkin davalı idarenin ispat imkânlarını elinden almış olduğu, sonrasında yapılacak üretim, yatırım ve rehabilitasyon programları değişikliklerine ilişkin süreçte davalı idarenin yok sayıldığı, davalı idareden gerekli onayların alınmadığı, yapılacak harcama ve rehabilitasyon programlarının birlikte yapılmadığı, İmtiyaz Sözleşmesine göre davalı idare ile birlikte yürütülmesi gereken sürecin tek başına davacı tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. İmtiyaz Sözleşmesinin 22. maddesinde öngörüldüğü şekilde davalı idare ile birlikte süreçleri işletmeyen, kendisinin aldığı teknik raporlara göre yatırımlar yapan davacı şirketin, daha sonra bu yatırımların maliyetinin tarifesine yansıtılması isteminin kabulü mümkün değildir. Ayrıca, İmtiyaz Sözleşmesi'ne göre bu yatırımların tarifeye yansıtılması mümkün olmadığı gibi; söz konusu yatırım kararlarının alınması ve yapılması sürecinin sadece davacı şirket tarafından yönetilmiş olması da, bu yatırımların gerçekten yapılıp yapılmadığı, hangilerinin mücbirsebep nedeniyle yapıldığı ve hangilerinin gerekli olduğunun tespitini imkânsız kılmaktadır.


Mücbir sebebe ilişkin kamu kurumlarına yapılan tek bildirimin Mahkeme tarafından 31/08/2009 tarihinde ...'a tebliğ edilen davacının delil tespit istemi olduğu, tebligatın ...'a keşif günü ve fakat keşif saatinden sonra yapılması sebebiyle ...'ın keşfe katılamadığı, sonrasında kendisine gönderilen bilirkişi delil tespit raporuna 23/09/2009 tarih ve 2990 sayılı yazı ile itiraz ettiği görülmektedir. Söz konusu yazıda özetle, keşfin gıyaplarında yapılmasına, İmtiyaz Sözleşmesi'nin tarafı olan davalı idareye tebliğ edilmemesine, keşif için seçilen bilirkişi heyetine ve bilirkişi raporuna itirazları olduğu, G-02 panosunda meydana gelen göçüğün mücbir sebep sayılamayacağı, yaşanan göçüğün davacı şirketten kaynaklandığına ilişkin ciddi iddialar öne sürüldüğü görülmektedir. ...'ın bilirkişi heyetine ve davacının kusuru olduğuna ilişkin itirazları karşılanmadan olayın mücbir sebep olduğunun kabulü mümkün değildir.


Delil tespit işlemi yokluğunda yapılan ve tespit sonucu düzenlenen bilirkişi raporuna itiraz eden taraf aleyhine tespitin delil olarak kabulü mümkün değildir. Nitekim ... Hukuk Dairesinin, ... tarihli, E: ..., K: ... sayılı kararında; "Tespit işleminin davalının yokluğunda yapıldığı ve davalının tespit sonucu düzenlenen bilirkişi raporuna itiraz ettiği anlaşılmaktadır. Delil tespiti davalının yokluğunda yapıldığından ve bilirkişi raporunu davalının kabul etmemesi nedeniyle de davacının yaptırdığı tespitin davalı aleyhine delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir." ifadelerine yer verilmiştir. Bu çerçevede dava konusu olay değerlendirildiğinde, delil tespiti isteminin kamu kurumu olarak sadece ...'a ve keşif gününde, keşif saatinden sonra tebliğ edildiği, keşfin gıyapta yapıldığının sabit olduğu, sonrasında bilirkişi raporuna ciddi iddialarla itiraz edildiği görüldüğünden, söz konusu bilirkişi raporunun davalı idare aleyhine delil olarak kullanılması da mümkün değildir.


Bu itibarla, davacı şirketin, mücbir sebep nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararın ödenmesi için 15/05/2012 tarihinde yaptığı 866 sayılı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır."


 
ankara avukat

bottom of page