top of page
  • Avukat Baran DELİL

Kamulaştırmasız El Atma Davaları ve Konuya İlişkin Emsal Kararlar

Delil Hukuk Bürosu

kamulaştırmasız el atma davası
 

Makale İçeriği:

 

Kamulaştırma Nedir?


Mülkiyet hakkı, hem Anayasamızda hem de ülkemizin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede düzenlenmiş olan mutlak bir haktır. Ancak istisnai durumlar halinde mülkiyet hakkının da kısıtlanması söz konusu olabilmektedir. Bu istisna hallerin başında kamulaştırma uygulamaları gelmektedir.


Kamulaştırma uygulamaları ile kamu yararının gerektirdiği hallerde özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilere ait olan taşınmaz malların tamamına veya bir kısmına, bedeli devlet tarafından ödenmek üzere, devlet tarafından el konulmaktadır. Bu sayede devlet, kamuya yararlı olduğunu düşündüğü yol, sosyal tesis, elektrik hatları, altyapı çalışmaları ve benzeri hizmet araçlarını, bu taşınmazlar üzerinde inşa edip kamu hizmetine sunabilmektedir. Aslında burada kamunun geniş çaplı ihtiyaçları ve kamu menfaati, kişinin mülkiyet hakkı sahibi olduğu taşınmazı üzerindeki özel menfaatine tercih edilmektedir.


Mülkiyet hakkının mutlaklığı nedeniyle kamulaştırma süreci sıkı şekil şartlarına tabii tutulmuştur. Öncelikle kamusal bir amaç ve ihtiyaç bulunmalı, idari yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından kamusal yetki kullanılmalı ve tüm bu süreç usulüne uygun olarak yürütülmelidir. Kamulaştırma hakkında detaylı bilgi edinmek için konu hakkındaki makalemizi okuyup daha detaylı araştırma yapabilirsiniz: Kamulaştırma Nedir? Kamulaştırma İşlemi Nasıl Yapılır? Kamulaştırma Davaları Nelerdir?



Kamulaştırmasız El Atma Nedir?


Kamulaştırmasız el atmayı kısaca ve en basit haliyle anlatacak olursak, idarenin özel mülkiyete konu olan bir taşınmaza hukuka aykırı olarak el koyması halidir diyebiliriz.


Yukarıda kamulaştırma ifadesinin ne anlama geldiğini açıkladığımız başlığımızda belirtmiş olduğumuz üzere kamulaştırma süreci çok sıkı şekil şartlarına tabiidir. İlgili idarenin kamulaştırma sürecini yasal düzenlemelere harfiyen uygun yerine getirmeksizin yürütmesi ve hak sahiplerinin mülkiyet haklarının bu usulsüzlükten etkilenmesi halinde kamulaştırmasız el atma olgusu gündeme gelecektir.


Örneğin devlet idaresinin veya ilgili kurumların, bakanlıkların, belediyelerin, kamu tüzel kişiliklerinin ve diğer idari kurum ve kuruluşların kamulaştırma sürecini hukuka uygun yürütmemesi, el atılan taşınmazların kullanılacağına dair mülk sahiplerine bildirimde bulunulmaması, bedel tespiti sürecinin Kamulaştırma Kanunumuza uygun olarak yürütülüp hak sahiplerine belirlenen kamulaştırma bedelinin ödenmemesi hallerinde kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleşmiş olduğu kabul edilecektir. Bu anlamda idarenin mülkiyet hakkı sahibine bildirmeden elektrik hattı geçirmesi, taşınmaz üzerine park ve benzeri sosyal tesisi inşa etmesi gibi haller kamulaştırmasız el atmaya örnektir.


Kamulaştırmasız el atma halinde mülkiyet hakkı sahiplerinin el atılan taşınmazlarına ilişkin olarak zarara uğradıkları hususunu izah etmek yersiz olacaktır. Bu nedenle idarenin kamulaştırmasız el atma teşkil eden nitelikte fiili veya işlemi nedeniyle sorumluluğu gündeme gelmektedir. Bu makalemizde idarenin kamulaştırmasız el atmadan doğan sorumluluğu ve bu halde açılabilecek davalar ile ileri sürülebilecek taleplerden bahsedeceğiz.



Kamulaştırmasız El Atma Halleri Nelerdir?


Kamulaştırmasız el atma olgusu, idarenin el atma fiilinin niteliğine ve sonuçlarına göre fiili el atma ve hukuki el atma şeklinde iki halde ortaya çıkabilmektedir. Bu hallerin saptanması oldukça önem arz etmektedir, zira fiili el atma halinde ve hukuki el atma halinde birbirinden çok farklı olan iki ayrı hukuki süreç yürütülmektedir: Fiili el atma halinde adli yargı görevli iken, hukuki el atma halinde idari yargı görevli olacaktır.


a) Fiili El Atma Hali


İdarenin özel mülkiyete konu bir taşınmaza fiilen el atması halinde fiili el atma olgusu gerçekleşecektir. "Fiili el atma" ifadesiyle anlatılmak istenen: İdarenin, mülkiyeti bir özel hukuk tüzel kişisi veya bir gerçek kişiye ait olan taşınmazı, bilerek veya bilmeyerek yasal düzenlemelere uygun bir kamulaştırma süreci yürütmeksizin ve bedelini ödemeksizin kullanması, yani taşınmaza zilyet olmasıdır. Uyuşmazlık Mahkemesi ve Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarından açıkça görülebildiği üzere fiili el atma halinde adli yargının görevli olduğu kabul edilmektedir.


Fiili el atma olgusunun gerçekleşmiş olmasından söz edilebilmesi için:

  1. İdare tarafından kişiye ait gayrimenkulün işgal edilmiş olması,

  2. İşgalin süreklilik arz etmesi,

  3. İşgalin, taşınmazın fiilen kamu hizmetinde kullanılması amacıyla gerçekleştirilmiş olması ve

  4. Bu işgalin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunumuz başta olmak üzere yasal mevzuatta düzenlenmiş olan kamulaştırma süreci esaslarına aykırı olması gerekmektedir

İdarenin özel mülkiyete konu taşınmaza yönelik müdahalesinin kısa süreli yani geçici olması halinde kamulaştırmasız el atmadan söz edilmesi mümkün olmayacaktır. Bu halde, idarenin eylemli davranışı söz konusu olacak olup, şartları mevcutsa idari eylemden kaynaklanan tam yargı davası açılması gündeme gelebilecektir. Ancak kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için el atmanın sürekli ve kalıcı olması şartı aranır.


İdarenin fiilen kamulaştırmasız el atmada bulunması, "hukuka aykırı olarak bir kimsenin şahsına veya mal varlığına zarar vermek" tanımının çerçevesi içerisine girmekte olduğundan dolayı hukuki niteliği itibariyle haksız fiil teşkil etmektedir.


İdarenin kamulaştırma sürecini yürütmeksizin bir taşınmaza fiilen el atması halinde kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi davası, kamulaştırmasız et atma davası ve ecrimisil davaları açılabilmektedir.


b) Hukuki El Atma Hali


"İmar kısıtlılığı" olarak da lanse edildiği görülen hukuki el atma, idarenin özel mülkiyete konu bir taşınmazla ilgili olarak imar değişikliği kararı alması ve bu imar değişikliği nedeniyle mülkiyet hakkı sahiplerinin taşınmazlarını kullanmalarını engellemesi halidir. Örneğin özel mülkiyete konu olan bir taşınmaza ilişkin olarak okul veya park alanı şeklinde imar düzenlemesi yapılması halinde mülkiyet hakkı sahibinin taşınmazını dilediği gibi kullanamayacak olması açıkça ortadadır ve bu gibi hallerde hukuki el atmanın varlığından söz edilebilir.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilmiş olan Sporrong & Lönnroth v. İsveç kararda: İmar düzenlemesinden kaynaklanan inşaat yasağının uzun bir dönem boyunca(Sporrong Miras Şirketi açısından 25 yıl, Bayan Lönnroth açısından 12 yıl) varlığını sürdürmesi olayının fiili el atma teşkil etmiyor olmasına rağmen, hukuken başvurucuların mülkiyet haklarını tam olarak kullanmasını engelleyici nitelikte olduğu belirtilmiş ve bu neviden inşaat yasaklarının mülk sahipleri üzerinde yaratmış olduğu olumsuz sonuçların, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir devlette olması gereken durumla bağdaştırılabilir olmadığı ifade edilmiştir. Bu kararla birlikte özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf ülkeler nezdinde hukuki el atmaların da idareler aleyhine yaptırım konusu edilmeye başlanması kaçınılmaz olmuştur.


Hukuki el atma halinde unutulmamalıdır ki ilgili idareye ilişkin olarak adli yargıya değil, idari yargıya başvurulması gerekmektedir. Aşağıda diğer alt başlıklarımız altında bu konu detaylı olarak anlatılmaktadır.



Kamulaştırmasız El Atma Halinde Açılabilecek Davalar ve Yürütülmesi Gereken Hukuki Süreç


16 Mayıs 1956 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, kamulaştırmasız olarak taşınmazına el konulmuş olan kişiler, el atmada bulunan ilgili idareye yönelik olarak el atmanın önlenmesi davası açabilecekleri gibi, bu eylemli duruma razı oldukları takdirde kamulaştırmasız el atma davası olarak da bilinen taşınmazın değerinin tahsili davasını da açabilirler. Ayrıca kamulaştırmasız el atma davasının yanında veya ayrıca ecrimisil, ya da diğer adıyla haksız işgal tazminatı da talep edilebilir.


Bu yukarıda saymış olduğumuz dava ve talepler, yalnızca fiili el atma hali için geçerli olmaktadır. Hukuki el atma halinde ise idari yargı nezdinde hak arayışına girişilmeli ve idare mahkemesi nezdinde tam yargı davası açılmalıdır.



Kamulaştırmasız El Atmanın Önlenmesi Davası


El atmanın önlenmesi davası, Türk Medeni Kanunumuzun 683. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.


TMK Madde 683/2'ye Göre: "Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."

Mülkiyet hakkı sahibi olan kişinin bu hakkını kullanmasının engellenmesi halinde müdahalenin men'i davası olarak da bilinen el atmanın önlenmesi davası açılabilecektir. El atmanın önlenmesi davaları hakkında daha detaylı bilgi edinmek istiyorsanız konuya ilişkin makalemizi okuyabilirsiniz: El Atmanın Önlenmesi(Müdahalenin Men'i) Davaları



Kamulaştırmasız El Atılan Taşınmaz Bedelinin Tahsili Davası


Uygulamada "kamulaştırmasız el atma davası" "kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası" veya "kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmesi davası" olarak da isimlendirildiği görülen kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davalarında, dava konusu edilen taşınmaza kamulaştırmasız el atan idarenin, usulüne uygun kamulaştırma sürecini yürütmeksizin fiilen el atmış olduğu taşınmazın bedelini mülkiyet hakkı sahibine ödemesi talep edilir.


Bu davalarda kanunda yer alan düzenlemelere uygun olarak kamulaştırma sürecini yürütmemiş olan idarenin, Kamulaştırma Kanunumuzda yer alan bedel tespit ve ödeme hükümlerine uygun olarak kamulaştırma bedelini ödemesi söz konusu olacaktır.


Bu noktada 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunumuzun 8. ve 11. maddelerindeki usule uygun olarak bilirkişiler tarafından hesaplama gerçekleştirilir. İleride temyiz aşamasından kaynaklı olarak gecikme ve hak kayıplarının önüne geçilebilmesi için bilirkişi raporlarında mevcut olması gerekli olan tüm unsurların bulunmaması halinde mutlaka rapora itiraz edilmeli ve rapor kanuni düzenlemelere tam olarak uygunluk içerecek şekilde yeniden tanzim ettirilmelidir. Bu nedenle özellikle kanunun aşağıda siz değerli okuyucularımız için alıntıladığımız 11. maddesi özenle okunmalı ve dikkate alınmalıdır.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanunumuzun "Kamulaştırma Bedelinin Tespiti Esasları" Başlıklı 11. Maddesi: "15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın; a) Cins ve nevini, b) Yüzölçümünü. c) Kıymetini ektileyebilecek bütün nitelik ve unsarlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini, d) Varsa vergi beyanını, e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini, f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini. g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini, h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını, ı) Her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri, Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kabul edilen değerleme standartlarına uygun, gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler. Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz. Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir."


Kamulaştırmasız El Atma Davasında Ecrimisil(Haksız İşgal Tazminatı, Haksız İşgal Kirası) Talepleri


Ecrimisil davası, haksız işgal tazminatı anlamına gelmektedir. Bu davalarda mülkiyet hakkı sahibi olan kişi tarafından, taşınmazı haksız ve kötüniyetli olarak kullanan yani işgal eden kişilerden tazminat talep edilmektedir. Kanunda özel olarak düzenlenmemiş olan ecrimisil davasının hukuki çerçevesi, emsal teşkil eden nitelikte Yargıtay kararları ile çizilmiştir.


08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre: Fuzuli işgalin, tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Bu emsal karara göre ecrimisilin hukuki mahiyeti kira ilişkisi şeklinde değil, bir çeşit haksız fiil olarak yorumlanmalıdır.


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından 25.02.2004 tarihinde 2004/1-120-96 sayı ile verilen karara göre ecrimisilin kapsamını haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan zarar(olumlu zarar) ve malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda(olumsuz zarar) belirlemektedir.


Kamulaştırmasız el atma halinde de ecrimisil talep edilebilmektedir. Hatta ecrimisil davasının ayrıca açılması yerine, kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedelinin tahsili davasıyla birlikte talep edilmesi usul ekonomisi bakımından daha elverişli bir tercih olacaktır. Ecrimisil davaları hakkında daha detaylı bilgi edinmek için konuya ilişkin makalemizi okuyabilirsiniz: Ecrimisil Davaları, Haksız İşgal Tazminatı



Kamulaştırmasız El Atma Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme


Kamulaştırmasız el atmalara ilişkin olarak açılacak olan davalar açısından görevli mahkeme ve yetkili mahkeme ayrımını fiili el atma ve hukuki el atma olayları açısından ayrı ayrı değerlendirmeliyiz.


Fiili el atma halinde görevli ve yetkili mahkeme: Taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemeleridir.


Hukuki el atma halinde ise görevli mahkeme idare mahkemeleridir. Yetkili mahkemeye ilişkin olarak da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunumuzun "Taşınmaz Mallara İlişkin Davalarda Yetki" başlıklı 34. maddesinde belirtilmiş olduğu üzere taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kabul edilmelidir.



Kamulaştırmasız El Atma Davasında Taraflar


Kamulaştırmasız el atma davasının tarafları, mülkiyet hakkı idarenin kamulaştırmasız el atma teşkil eden işlem veya eylemiyle zarara uğrayan kişi veya kişiler ile idaredir. Dava, idarenin yetkilendirdiği(ihale ile veya başka herhangi bir şekilde) özel hukuk tüzel kişisine karşı değil, bizzat idareye karşı açılmalıdır.



Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Bedel Tespit Usulü


Kamulaştırmasız el atma halinde el atılan taşınmazın değerinin tespit edilmesine ilişkin bir kanun maddesi bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay kararları incelendiğinde, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunumuzda standart kamulaştırma süreçleri için düzenlenmiş olan 11. maddenin, kamulaştırmasız el atma hallerinde de uygulama alanı bulduğunu görmektedir. Kamulaştırma Kanunumuzun 11. maddesini siz değerli okuyucularımız için yukarıda alıntılamıştık.



09.10.1956 - 04.11.1983 Tarihleri Arasında Gerçekleşen Kamulaştırmasız El Atma Fiilleri Açısından Uzlaşma Şartı

Kamulaştırma Kanunumuzun "Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti" başlıklı geçici 6. maddesine göre, 09.10.1956 ve 04.11.1983 tarihleri arasında gerçekleştirilen fiili kamulaştırmasız el atmalarda uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır. Bu demek oluyor ki, bu tarihler arasında başlamış olan fiili el atmalarda, öncelikle uzlaşma usulünün uygulanmamış olması halinde dava açılırsa, bu dava, dava şartı yokluğuyla reddedilecektir.


Kanunun geçici 6. maddesi oldukça kapsamlı bir düzenleme içerdiğinden dolayı bu yayınımızı gereğinden fazla uzun tutmamak amacıyla makalemizde kanun hükmünün tamamını alıntılamaktan imtina ediyoruz. Ancak 09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihleri arasında başlamış olan kamulaştırmasız el atmalar açısından mutlaka bu maddenin tamamının okunması ve sürecin bu maddeye tam olarak uygun bir şekilde yürütülmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz.



Kamulaştırmasız El Atma Hallerinde Zamanaşımı


Kamulaştırmasız el atma, mülkiyet hakkının bizzat onu korumakla görevli olan idare tarafından ihlal edilmesidir. Bu nedenle el atmanın önlenmesi ve kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davalarında zamanaşımı söz konusu değildir.


Ecrimisil davası ise doğrudan mülkiyet hakkıyla ilişkili olmadığı için 5 yıllık zamanaşımı süresine tabiidir. Dolayısıyla yalnızca geriye dönük olarak 5 yıllık süre için ecrimisil talebinde bulunulabilecektir.



Hukuki El Atma Halinde İdari Yargı Nezdinde Yürütülmesi Gereken Hukuki Süreç Hakkında Önemli Bazı Hususlar


Hukuki el atma, idarenin fiilen taşınmaza el atmamasına rağmen taşınmazın imar planında SİT alanı, park ve rekreasyon alanı, okul alanı olarak düzenleme gerçekleştirilmesiyle mülkiyet hakkı sahibi kimselerin bu haklarını kullanabilmelerine idarece engel olunması halleridir. Bu gibi örneklerde idare fiilen el atmamış olsa da, malikin mülkiyet hakkını tam olarak kullanabilmesinin önüne geçmektedir.


Anayasa Mahkemesi tarafından 28.03.2018 tarihli olarak verilen 2016/19 E. ve 2017/41 K. sayılı karar öncesinde, 3194 sayılı İmar Kanunumuzun 10. maddesinde yer alan, idarenin 3 ay içerisinde söz konusu imar düzenlemelerinin gereğini yerine getirmek için 5 yıllık imar programınlarını hazırlaması gerektiğine dair hüküm ile paralellik taşıyan 6745 sayılı kanunun hukuki el atmalarda dava açılabilmesi için 5 yıllık süre öngören hükmü iptal edilmiştir. Ancak İmar Kanunun 10. maddesi halen daha iptal edilmiş değildir. Bu nedenle yargı camiasında halen daha kafa karışıklığı olsa da, bu konuya ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile aynı doğrultuda karar verdiği görülen Anayasa Mahkemesinin iradesi ve gerekçeleri, stratejik bir yol haritası çizilebilmesi için temel teşkil edecektir. Bu nedenle hukuki el atma halinde aksiyon almadan önce yukarıda tarihi ile esas ve karar numaralarını paylaştığımız Anayasa Mahkemesi kararının mutlaka okunup dikkate alınmasını tavsiye ediyoruz.


Kanaatimizce AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin 5 yıllık süreye ilişkin vermiş olduğu ihlal kararları akabinde dava açma süresinin 5 yıl olduğunu iddia etmek rasyonel olmayacaktır. Ancak İmar Kanunumuzun 10. maddesinde idarenin 5 yıllık imar planlarını düzenlemesi için 3 aylık süre öngörülmüştür ve bu madde halen daha iptal edilmiş değildir. Dolayısıyla hukuki el atma nedeniyle idare mahkemesi nezdinde açılacak olan davalarda en azından bu 3 aylık sürenin geçmesinin beklenilmesi, olası hak kayıplarının önüne geçilebilmesi adına uygun bir davranış olacaktır.


Hukuki el atma konusunda yargı yolu tartışmasına, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından verilen kararlarla açıkça son verilmiştir ve hukuki el atma durumunda idari yargının görevli olacağı defaatle ifade edilmiştir.



Acele Kamulaştırma Uygulaması


Acele kamulaştırma, kamulaştırma uygulamasının özel bir şeklidir; ilgili mevzuat hükümlerinde yer alan ve sınırlı olarak sayılmış olan olağanüstü hallerin varlığı durumunda, ilgili idari makamın kamulaştırma usullerine dair bazı işlemleri sonradan tamamlamak üzere taşınmaza el koymasına ve taşınmazı acele bir şekilde kullanmasına olanak sağlayan idare hukuku müessesesidir.


Acele kamulaştırma halinde idari yargı nezdinde acele kamulaştırma kararının iptali davasının açılması mümkün olabilmektedir. Usule ilişkin oldukça teknik bir konu olan acele kamulaştırma uygulaması hakkında detaylı bilgi alabilmek için, konuya dair oldukça kapsamlı bir şekilde hazırlamış olduğumuz makalemizi okuyabilirsiniz: Acele Kamulaştırma Uygulaması ve Acele Kamulaştırma Kararının İptali Davası


 

Kamulaştırmasız El Atma Davalarına İlişkin Yargıtay Kararları

 
  • Kamulaştırmasız el atılan taşınmazın bedelini tahsil amacıyla dava açılması halinde taşınmazın el koyma tarihindeki özelliklerine göre, dava tarihindeki değerinin belirleneceği,

  • Kamulaştırmasız el atma davalarında tespit edilecek değerin taşınmazın gerçek değeri olduğu,

  • Gerçek değerin tespiti için Kamulaştırma Kanunumuzun değer tespitine ilişkin hükümlerinin kısmen uygulanacağı,

  • Kararın gerekçeli olmasının yeterli olmadığı, gerekçe kısmı altında yapılan açıklamaların hukuki nitelik itibariyle gerekçe olma özelliğini de haiz olması gerektiği


Hukuk Genel Kurulu 2017/2765 E. , 2019/954 K. "İçtihat Metni"


MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin Bursa ili, Yenişehir ilçesi, Barcın köyü 2745 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu, dava konusu taşınmaza davalı tarafından karayolu yapımı suretiyle el atıldığını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 24.04.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini arttırmıştır.

Davalı idare vekili; açılan davayı kabul etmediklerini, talebin zamanaşımına uğradığını savunmuştur.

Yerel Mahkemece; davalı kurum tarafından alınan kamu yararı kararına dayanarak karayolu yapımı nedeni ile dava konusu taşınmazlara el atıldığı, bedelinin malik adına bankaya yatırılmadığı, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmadığı, zira anlaşmazlık tutanağından itibaren hüküm tarihi itibari ile makul bir süre içerisinde davalı kurum tarafından kamulaştırma davası açılmadığı, bu nedenle dava konusu yere kamulaştırmasız el atıldığı, bu tür davalarda kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin usullerin uygulanacağı, bu itibarla mahallinde bilirkişi kurulu eşliğinde keşif yapıldığı, taşınmazın el atıldığı tarihteki vasfı dikkate alınarak dava tarihindeki ilçe tarım müdürlüğü verileri gözetilmek sureti ile söz konusu taşınmazın tarla niteliğinde olduğu ve olduğu gibi kullanılması hâlinde getireceği net gelirin hesaplandığı, hesaplamanın 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesine uygun olduğu gerekçesiyle kamulaştırmasız el atma bedeli olarak 89.572,45TL’nin davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, Bursa ili Yenişehir ilçesi Barcın köyü 2745 parselde bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen 1875,47 m2’lik kısmın davacı adına olan tapusunun iptal edilerek davalı adına tapuya tesciline ve yol olarak terkinine karar verilmiştir

Davalı idare vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; mahkemece rapor değerlendirilirken Hukuk Genel Kurulunun yerleşik içtihatları ve Yenişehir ilçe çevresindeki somut yatırımların dikkate alındığı ve objektif değer artışının belirlenmesinde dikkate alınan gerekçelerin kapitalizasyon faiz oranının belirlenmesinde esas alınmadığı, ayrıca bozma ilamının ikinci bendi yönünden ise, her ne kadar 6847 sayılı Yasa ile Kamulaştırma Kanunu’nda yapılan değişiklik ile ücreti vekâlet, mahkeme harç ve giderlerinin maktu olarak belirleneceği hükme bağlanmış ise de, Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun kararda aynen bırakıldığı, yine Yargıtay bozmasında DHMİ lehine tesis edilen irtifak hakkının kamulaştırma bedelinden düşülmesi gerektiği yönünden bozma yapılmış ise de Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun zorunlu olarak önceki karardaki gibi aynen bırakıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı idare vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; I) Dava konusu taşınmazın Bursa-Yenişehir-Bilecik yolu ile bağlantılı olması, Yenişehir ilçe merkezine yakınlığı, mevzii imarlı olarak sanayi yapıları ve özellikle de eğitim, sağlık, eğlence, su ve yem depoları, arıcılık, hububat depoları gibi tesislerin yapılmasının mümkün olması, Yenişehir ilçesinin ihracat merkezi özelliği taşıması vs. niteliklerin objektif değer artışına neden olup olamayacağı,

2) Taşınmazın tapu kaydında Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü lehine tesis edilen irtifak hakkının akıbeti araştırılarak kaçınılmaz değer kaybı konusunda bilirkişiden ek rapor alınmasının gerekip gerekmediği,

3) 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6487 sayılı Kanunla değiştirilen geçici 6. maddesinin 12 ve 13. fıkralarının, 13.03.2015 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E., 2014/176 K. sayılı kararıyla iptal edildiği ve bu nedenle 04.11.1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiğinin anlaşılması karşısında, söz konusu iptal kararının kamulaştırmasız el koyma bedelinin tahsili istemiyle açılan eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı noktalarında toplanmaktadır.

I- Birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde; 16.5.1956 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de isteyebilir.

Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ister el atmanın önlenmesi davası isterse yer bedeli veya tazminat ya da ecrimisil davası açılmış olsun, davacının iddiasının araştırılması bilirkişi incelemesine bağlıdır (Arcak, A. / Doğrusöz, E.: Kamulaştırmasız Elkoyma, Ankara 1992, s. 55).

Bu noktada, bilirkişilerin taşınmazın değerinin tespitine ilişkin değer biçme esaslarını düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildir.

Ancak, öteden beri Yargıtay İçtihatlarında kamulaştırma hukukunda olduğu gibi, kamulaştırmasız el atma davalarına da kamulaştırma davalarındaki değer biçme esasları uygulanır. Bu kriterlere de, Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde yer verilmiştir.

Kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarını düzenleyen 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde; taşınmazın cins ve nevinin, yüzölçümünün, kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurların, her unsurun ayrı ayrı değerinin, kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerinin ve özellikle yapılarda resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarının ve yıpranma payının, ayrıca bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin esas alınarak bedel takdiri gerektiği öngörülmüştür. Söz konusu 11. maddede, kamulaştırılan taşınmazın bedeli belirlenirken taşınmazın değerini etkileyen tüm unsurların dikkate alınması ilkesi getirilmiştir.

Kanunun lafzı ve ruhu göz önüne alındığında; ana ilke taşınmazın ve üzerinde bulunan muhdesatın gerçek değerinin tespit edilmesidir.

16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E., 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre taşınmazına el konulan kimse mülkiyet hakkının kamu tüzel kişiliğine devrine razı olarak, taşınmaz malın bedelini dava ettiği takdirde ödenecek bedel, taşınmazın el koyma tarihindeki özelliklerine göre, dava tarihindeki değeri olacaktır. Dolayısıyla kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davalarında da amaç taşınmazın gerçek değerinin tespiti olup, kamulaştırma ile denklik sağlanabilmesi için Kamulaştırma Kanunu’nun değer tespitine ilişkin hükümleri kısmen uygulanmaktadır.

Somut olayda dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın konumu ve bilirkişi kurulu raporunda belirtilen özellikleri dikkate alınarak, tespit edilen metrekare birim fiyatına objektif değer artışı uygulanması yerindedir.

Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olup direnme kararının birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden onanması gerekir.

II- İkinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre; “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar: a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme hükmünde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.

Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, B./Arslan, R./Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 472).

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 E., 2018/1869 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.

Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.

Bu açık düzenleme karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, 1086 sayılı HUMK'nın 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.

Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E.,2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; Mahkemece verilen ilk kararın Özel Daire bozma kararının ikinci bendi ile; “…dava konusu taşınmazın tapu kaydında Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DHMİ) lehine tesis edilen irtifak hakkının devam edip etmediği araştırılarak devam ettiğinin tespiti hâlinde bu irtifak nedeniyle taşınmazın tamamında meydana gelecek kaçınılmaz değer kaybı ile ilgili olarak bilirkişi heyetinden ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi…” gerekçesiyle bozulduğu, mahkemece Yargıtay bozma kararında DHMİ lehine tesis edilen irtifak hakkının kamulaştırma bedelinden düşülmesi gerektiği yönünden bozma yapılmış ise de Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun zorunlu olarak önceki karardaki gibi aynen bırakıldığı gerekçesi ile direnme kararı verildiği, Özel Daire bozma kararı ikinci bendinin hangi neden ya da nedenlerle yerinde olmadığına ilişkin açıklama ve gerekçeye yer verilmediği görülmüştür.

O hâlde, Mahkemece yapılacak iş, Anayasa’nın 141/3 ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddelerindeki hükümler gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçelerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere direnme kararının Özel Daire bozma kararın ikinci bendinde yer alan uyuşmazlık yönünden usulden bozulmasına karar verilmiştir.

III- Üçüncü bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6487 sayılı Kanun’la değiştirilen geçici 6. maddesinin 12 ve 13. fıkraları ''09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine bir takım hükümler içeren bu istisnai düzenlemenin 04.11.1983 tarihinden sonraki dönem içinde uygulanmasının hukuk güvenliğini zedeleyeceği'' gerekçesiyle ve Anayasanın 2 ve 35. maddelerine aykırı bulunarak 13.03.2015 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E., 2014/176 K. sayılı kararıyla iptal edilmiş, böylece 04.11.1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el koyma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiği şeklinde düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme görülmekte olan, yani karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalarda da uygulanacaktır.

Buna göre dava konusu 2745 parsel sayılı taşınmaza el koyma tarihi 04.11.1983 tarihinden sonra olup, el koyma tarihi dikkate alındığında davacı lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

Hâl böyle olunca mahkemenin davacı lehine hükmedilen nispi vekâlet ücretine ilişkin direnme kararı sonucu bakımından yerinde olup, yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile onanmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 24.09.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile,

Yukarıda (II) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin esasa dair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy birliği ile,

Yukarıda (III) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile ONANMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.09.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile karar verildi.


 
  • Kamulaştırma işlemleri usulüne uygun bir şekilde tamamlanmaksızın idare tarafından açılan tescil davasının kamulaştırmasız el atma olarak değerlendirileceği


5. Hukuk Dairesi 2017/10813 E. , 2017/9432 K. "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca tescil, birleştirilen dava ise kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi, davalılardan ... vekilince verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

- K A R A R – Dava, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca tescil, birleştirilen dava ise kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı-karşı davacı ... vekilince temyiz edilmiştir.

Arazi niteliğindeki ... Köyü ... parsel sayılı taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;

Dosya içerisindeki delil ve belgelere göre taşınmaz, davacı-karşı davalı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılmış ise de: davalı-karşı davacı ...’ın murisi ...’a usulüne uygun yapılmış bir kamulaştırma tebligatının olmadığı, ferağ verilmediği, murise kamulaştırma bedelinin ödendiğine dair herhangi bir belge ibraz edilemediği anlaşıldığından, kesinleşmiş bir kamulaştırma işleminin varlığından söz edilemez.

Kamulaştırma Kanunu’nun 25.maddesi uyarınca hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi açısından usulüne uygun olarak yapılan tebligatla başlar.

Kendisine usulüne uygun kamulaştırma tebligatı yapılmamış kişi açısından kamulaştırma işlemi başlamayacağından, bu kişilere ait taşınmaz hakkında Kamulaştırma Kanunu’nun 17.maddesine istinaden tescil talebinde bulunulamaz.

Bu durumda, tamamlanmış bir kamulaştırma işlemi olmaksızın idarece taşınmaza fiilen el konulduğundan davalı-karşı davacı ...’ın tazminat talebinde bulunma imkanının olduğu nazara alınarak, tescil davasının reddine, birleşen dava olan kamulaştırmasız el atma davasının kabulü ile, işin esasına girilerek usulüne uygun olan 01.10.2012 havale tarihli bilirkişi raporunda belirlenen m² birim fiyatına göre yapılan hesaplama denetlenmek suretiyle karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması, doğru görülmemiştir.

Davalı ... vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 28/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


 
  • Davalı idare tarafından taşınmaza el atılmakla dava açılmasına sebebiyet verilmesi halinde, dava konusuz kalmış olsa dahi idare aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği

  • Kamulaştırma bedelinin derhal ödenmesi gerektiği


5. Hukuk Dairesi 2021/5104 E. , 2021/14280 K. "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davası birleştirilen dava ise 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi, davacı idare vekilince verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.

- K A R A R -

Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili; birleştirilen dava ise 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece, uyulan bozma kararı gereğince inceleme ve işlem yapılarak birleştirilen bedel tespiti ve tescil davasının kabulüne, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının ise konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, hüküm; davacı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Arsa niteliğindeki...Mahallesi 112 ada 78 parsel sayılı taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;

1-Konusuz kaldığı anlaşılan kamulaştırmasız el atma nedeni ile tazminat davası bakımından; davalı idare tarafından taşınmaza el atılmakla dava açılmasına sebebiyet verildiği, davacı tarafın dava açmakta hukuki yararı olduğu ve dava konusu taşınmaza da 04/11/1983 tarihinden önce el atıldığı hususları gözetilerek davacı taraf lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

2-Birleştirilen dava bakımından; Anayasa Mahkemesinin 27/11/2020 gün 31317 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 16/07/2020 tarih 2018/104 Esas, 2020/39 Karar sayılı kararı ile 7139 sayılı Kanunla Değişik Kamulaştırma Kanunun 10/8. fıkrasının dördüncü cümlesi; “idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit edilen bedelden az olması durumunda hâkim tarafından tespit edilen bedel, fazla olması durumunda idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit ettiği bedel, peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, kalanı ise bedele ilişkin kararın kesinleşmesine kadar üçer aylık vadeli hesapta nemalandırılmak ve kesinleşen karara göre hak sahibine verilmek üzere” bölümü ile yedinci cümlesinde yer alan “idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit ettiği bedelden fazla olması halinde fazla olan tutarın bloke edildiğine” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptal edildiği nazara alınarak kamulaştırma bedelinin derhal ödenmesi gerektiğinden,

Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının;

a) Asıl dava yönünden kurulan hükmün 4 numaralı bendinde yer alan (dava dilekçesi ile talep edilen 100.000,00 TL üzerinden 10.750,00 TL nispi) ibaresinin çıkartılarak yerine (2.180,00 TL maktu) ibaresinin yazılmasına,

b) Birleştirilen dava yönünden kurulan hükmün 2 numaralı bendinde yer alan (belirlenen kamulaştırma bedelinden mahkememizin 2012/840 E. 2013/792 karar sayılı ilamı ile ödenen 733.836,25 TL'nin düşülmesinden sonra kalan bakiye 468,75TL yönünden karar kesinleştikten sonra hüküm ifade etmek üzere) ibaresi çıkartılarak yerine (derhal) kelimesinin yazılmasına,

c) 3 numaralı bendinin tamamen hüküm fıkrasından çıkartılmasına,

Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA, davacı idareden peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 01/12/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.


 
  • Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ister el atmanın önlenmesi davası isterse yer bedeli veya tazminat ya da ecrimisil davası açılmış olsun, davacının iddiasının araştırılması bilirkişi incelemesine bağlıdır

  • Kamulaştırmasız el atma davalarına da kamulaştırma davalarındaki değer biçme esasları uygulanır. Bu kriterlere de, Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde yer verilmiştir.


Hukuk Genel Kurulu 2018/823 E. , 2019/984 K. "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl dava; kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili ve ecrimisil; birleşen dava; bakiye kısmın tahsili istemine ilişkindir.

Asıl ve birleşen dosya davacıları vekili asıl davada; müvekkillerinin 8258 parsel sayılı taşınmazda hisseli malik olduklarını, taşınmazın 2. derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildiğini ve taşınmaza kesin inşaat yasağı getirildiğini, davalı tarafın taşınmazın etrafını çit ile çevirerek ve bölgede kazılara başlayarak taşınmaza fiilen el koyduğunu, maliklerin 21 yıldır mülkiyet haklarını kullanamadıklarını, davalının kamulaştırma işlemini de gerçekleştirmeyerek hukuka aykırı davrandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00TL tazminat ile 1.000,00TL ecrimisilin tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 11.04.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini arttırmıştır.

Asıl ve birleşen dosya davacıları vekili birleşen davada; taşınmazın toplam değerinden bakiye kalan miktarın tahsilini talep etmiştir.

Asıl ve birleşen dosya davalısı ... vekili asıl davada; davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, ayrıca dava konusu taşınmazın Kazdağı Milli Parkı sınırları içerisinde kaldığını ve bu alanların sorumluluğunun Çevre ve Orman Bakanlığı uhdesinde bulunduğunu, bu nedenle takasın yapılmadığını, kültür ve tabiat varlıkları ile koruma alanlarının ... tarafından gerçekleştirilecek programa göre kamulaştırılacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Asıl ve birleşen dosya davalısı ... vekili birleşen davada; Edremit 1. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasının eldeki dosya için kesin delil kabul edilmesinin mümkün olmadığını, dosya kesinleşmeden ek davada karar verilemeyeceğini ve yerleşmiş Yargıtay kararlarına göre kamulaştırma bedelinin doğrudan emsal kabul edilemeyeceğini, ek davanın ayrı bir dava niteliğinde bulunduğunu, ayrıca tazminat miktarının fahiş olduğunu, 8258 parsel sayılı taşınmazın 2. derece Arkeolojik Sit Alanı içerisinde kaldığını ve zeytinlik olarak kullanıldığını, kazı çalışmasının yapılmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece 17.05.2011 tarihli ilk kararda; dava konusu taşınmazın 1. ve 2. derece Arkeolojik Sit Alanı ve Kültür Eseri olduğunun anlaşıldığı, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nden gelen yazıda taşınmazın Antandros Antik Kentinin koruma amaçlı imar planı içerisinde kalan bölümünde 2. Derece Sit Alanında yer aldığının, Altınoluk Belediye Başkanlığı’ndan gelen yazıda ise taşınmazın imar parseli olup sit alanı içerisinde kalması nedeniyle yapılaşma izni bulunmayan yerlerden olduğunun bildirildiği, konuya ilişkin olarak aldırılan bilirkişi kurulu raporunda taşınmazın tel örgü ile çevrildiğinin, toprağın sürülmesinin ve ağaçlandırılmasının mümkün olmadığının, taşınmaz üzerinde yapılaşma yasağı olup çevresindeki parsellerde yapılaşmanın tamamlandığının, parsel içerisinde herhangi bir kazının olmadığının, üzerinde çeşitli yaşlarda zeytin ağaçları olduğunun ifade edildiği, yine daha önce aynı mahkemede açılan 2006/424 E. sayılı dosyada 2. Derece Arkeolojik Sit Alanı içerisinde kalan taşınmaz için kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat ile tapu kaydının iptali ve tescil isteminde bulunulduğu, yapılan yargılama neticesinde verilen kabul kararının ise Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, dosya kapsamından dava konusu taşınmazın bir kısmının davacılara ait olmasına karşın sit alanı ve kültür eseri niteliğinde bulunması nedeniyle üzerinde yapılaşma yapılamadığı, taşınmaz üzerinde yer alan zeytin ağaçlarının bakımının dahi gerçekleştirilemediği ve taşınmazın çevresinin maliklerin istek ve iradesi dışında telle çevrilerek kullanıma sınırlama getirildiği, taşınmazın 1989 yılında sit alanı olarak ilan edildiği, ancak o tarihten itibaren kamulaştırma işlemi yapılmadığı, yine davacıların takas teklifinin taşınmazın aynı zamanda milli park sınırları içinde kalması nedeniyle işleme konulmadığı, bu durumda davacıların bir kusurunun bulunmadığı; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uluslararası sözleşmeler ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda talep değerlendirildiğinde, sit alanı ilan edildikten sonra 21 yıl geçmesine rağmen hâlen taşınmazın kamulaştırması yapılmamışsa bu işlemin davalının program ve insafına bırakılmasını hukukun korumayacağı, taşınmazın, kültür ve tabiat varlığı olup korunması gereken milli bir değer niteliğinde bulunduğu, koruma işleminin davacıların mülkiyet hakkını kısıtladığı, bu itibarla hem davacıların mülkiyet hakkının korunması hem de arkeolojik sit alanı içerisinde kalan kültür ve tabiat varlığı niteliğindeki taşınmaz ile içindeki değerlerin muhafazası açısından çevresine tel çekilmek suretiyle el konulan taşınmaz için kamulaştırmasız el koyma talebi yönünden davanın kabulüne, ecrimisil talebi yönünden ise takip edilmeyen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine Özel Dairece (5. HD) 22.05.2012 tarihli ilk bozma kararında; “…Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesi yöntem olarak doğrudur. Ancak; 1-Dava konusu parselin bitişiğinde ve aynı amaçla el atılan taşınmazlara ilişkin açılan ve Dairemize intikal eden Edremit 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/25-454 sayılı dava dosyasında, taşınmazların metrekaresine 19.07.2006 değerlendirme tarihi itibariyle 250,00 ila 400,00-TL değerler biçilmiştir. Bu tarihten dört yıl sonra dahi dava konusu taşınmaza daha az değer belirleyen bilirkişi kurulundan bitişiğindeki parseller için tespit edilen ve güçlü delil niteliğinde olan m2 değerinden ayrılma nedenleri konusunda ek rapor alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması,

2-Değerlendirme tarihi itibariyle düzenleme ortaklık payı oranı % 40 olup tespit edilen m2 birim bedelinden bu oranda indirim yapılması gerekirken, gerekçesi açıklanmadan %35 oranında indirim yapılması,

3-Taşınmaz üzerindeki zeytin ağaçlarına yaş, cins ve verim durumlarına göre maktu değerlerine ilişkin resmi veriler getirtilerek, bilirkişi kurulu raporunun denetlenmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece bozma kararına uyularak verilen 25.12.2012 tarihli ikinci kararda; bilirkişi kurulundan ek rapor alındığı ve taşınmazın bedelinin tespit edildiği; her ne kadar bilirkişi raporunda parsel içerisinde bulunan zeytin ağaçlarının dava tarihi itibariyle değeri 242.517,60TL olarak belirlenmiş ise de, Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nden gelen müzekkere cevabında bölgedeki ağaç bedelinin dava tarihi itibariyle ortalama 600TL olduğu bildirildiğinden bu hususta ek rapor alınmasına gerek bulunmadığı ve hesaplamanın mahkemece resen yapıldığı; davacı vekilinin duruşmada bozma kararından önce ıslah dilekçesi verdiklerini, sonrasında da sehven yeniden ıslah talebinde bulunduklarını, ancak dava açma hakları saklı kalmak kaydıyla daha önceki ıslah talepleri doğrultusunda hüküm kurulmasının doğru olacağını beyan ettiği; yapılan yargılama sırasında Özel Daire bozma kararı doğrultusunda ilgili verilerin istenildiği, devamla da ek rapor alındığı ve tüm bu açıklamalar ile dosyada yapılan değerlendirme sonucu dava konusu taşınmazın sit alanı ve kültür eseri olması nedeniyle üzerinde yapılaşma yapılamadığı ve taşınmaza el koyma durumunun söz konusu olduğu belirtilerek kamulaştırmasız el koyma talebi yönünden davanın kabulüne, ecrimisil talebi yönünden ise takip edilmeyen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Hükmün davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece (18. HD) 20.05.2013 tarihli ikinci bozma kararında; “…Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmişse de, gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki; 1-Dava konusu taşınmaz arsa niteliğindedir. Kamulaştırma Kanununun kıymet takdir esaslarını belirleyen 11. maddesinin 1. fıkrasının arsalara ilişkin (g) bendi uyarınca, mahkemece tarafların vereceği ya da re'sen getirtilecek uygun emsallerin 11. maddenin (d) bendinde öngörülen vergiye esas olmak üzere ilgili belediyelerce bulundukları cadde veya sokak için değerlendirme tarihindeki asgari m² değerleri getirtilip, dava konusu taşınmazın değerlendirme, emsal taşınmazların ise değerlendirmeye esas alınan satış tarihleri itibarıyla imar düzenlemesi sonucu meydana gelen imar parselleri olup olmadıkları da belediye imar ve tapu müdürlüklerinden araştırılıp bu emsallere göre ve ayrıntılı olarak karşılaştırma yapan rapora göre hesaplanması zorunludur.

Bu yönteme uyulmadan, ana raporda somut emsal olarak alınan 4334 parsel sayılı taşınmazın, Edremit 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/424 Esas sayılı kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasına ilişkin dosyasında belirlenen m² değerini dava tarihine endekslenmek suretiyle bedel belirleyen ek bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle bedel tespiti,

2-Dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 40-45 yaşlarında, Ayvalık yağlık çeşidi zeytin ağaçlarının yaşı ve cinsine göre rayiç değerlerinin gıda, tarım ve hayvancılık ilçe müdürlüğünden getirtilerek raporun denetlenmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

3-Dava konusu taşınmazın bedeline hükmedilen davacıların paylarının Hazine yerine infazda tereddüt yaratacak şekilde Hazine (...) yazılarak tescile karar verilmesi, doğru görülmemiştir...” gerekçesiyle yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece Özel Dairenin bozma kararına uyulmuş ve yapılan yargılama neticesinde 15.04.2014 tarihli üçüncü kararda; davacının mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın dava konusu taşınmazın genel ve düzenleyici bir işlem olarak Arkeolojik Sit Alanı kapsamında belirlenmesinden kaynaklandığı, dolayısıyla idari işlem ve eylemden doğan zarara ilişkin davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği belirtilerek, 6100 sayılı HMK’nın 114/1-b ve 115/2 maddeleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece (18. HD) 23.10.2014 tarihli üçüncü bozma kararında; “…Mahkemece bozma ilamına uyulmuşsa da gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki; 1-Dosya içindeki bilgi ve belgeler ile özellikle keşif tutanağındaki mahkeme gözleminde dava konusu taşınmazın yol tarafındaki kısmına tel örgü çekildiğinin belirtilmesi karşısında tel örgü çekmek eylemi ile dava konusu taşınmaza müdahalede bulunulmuş olup fiili el atma olgusu gerçekleşmiştir.

Bu itibarla 20.05.2013 tarih ve 2013/3958 E.-8695 K. sayılı önceki bozma ilamı doğrultusunda işlem yapılıp sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle dava konusu taşınmaza fiili el atma olmadığından bahisle yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi,

2-Davalı idarenin harçtan muaf olduğu düşünülmeden aleyhinde karar ve ilam harcına hükmedilmesi, doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece bozma kararına uyularak verilen 10.12.2015 tarihli dördüncü kararda; taşınmazın sit alanı ve kültür eseri olması nedeniyle taşınmaz üzerinde yapılaşma işleminin gerçekleştirilemediği, dolayısıyla taşınmazda el koyma fiilinin bulunduğu, birleşen dosyanın da ek dava niteliğinde olduğu; davalı Bakanlık vekilince 27.05.2015 tarihli beyan dilekçesi ile 11.04.2011 tarihli ıslah dilekçesinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması talep edilmediğinden davacının ıslah talebindeki miktar ile bağlı olduğu beyan edilmiş ise de, 6100 sayılı HMK’nın 109. maddesinin 3. fıkrası uyarınca talep konusunun geri kalan kısmından açıkça feragat edilmediği, bu nedenle davalı Bakanlık vekilinin bu savunmasına itibar edilmesinin mümkün bulunmadığı, dosyadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla ek rapor alındığı, söz konusu bilirkişi kurulu raporunun ayrıntılı ve denetime açık, bilimsel verilere uygun olduğu, kriterlere uyduğu, bu yönüyle hüküm kurmaya elverişli bulunduğu, her ne kadar davacı vekili tarafından benzer mahiyetteki Edremit 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/146 E. sayılı dosyasının sonucunun beklenilmesi talep edilmiş ise de, bu dosyanın Yargıtay 18. Hukuk Dairesince ek bilirkişi raporunun bozma kararına uygunluğu denetlenmeden hükme esas alınması nedeniyle bozulduğu, bu nedenle eldeki dosyanın esasına bir katkı sağlamayacağı anlaşılmakla bekletici mesele yapılmasına gerek görülmediği gerekçesiyle asıl dava yönünden davanın kabulüne, birleşen dava yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; önceki bozma kararlarında bahsi geçen tüm belgelerin dosyaya eklendiği ve eksikliklerin ek rapor ile giderildiği, 25.06.2015 havale tarihli ek raporda dava konusu taşınmazın imar parseli olup olmadığı ile etrafında yer alan taşınmazların imar durumlarının irdelendiği, vergiye esas m2 değerlerine ilişkin bilgilerin celp edildiği ve tablo oluşturulduğu, emsal olarak alınan 4334 parsel sayılı taşınmazın hangi nedenlerle emsal alındığının detaylı olarak açıklandığı, bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan rapordaki m2 değerinin 4334 sayılı taşınmazın Edremit 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/424 E. sayılı dosyasında belirlenen m2 değerinin dava tarihine endekslenmesi suretiyle hesaplanmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla bozma kararında belirtilen bu değerlendirmenin yerinde bulunmadığı; ayrıca bozma kararında ek raporun hangi yönlerden eksik olduğu somut olarak gösterilmemekle birlikte önceki bozma kararlarında belirtilen genel ve soyut ifadelerin tekrarlandığı, bozma kararında, ek raporun eksik kısımları ayrıntılı olarak gösterilerek bir değerlendirme yapılması durumunda mahkemece eksikliklerin giderilmesinin mümkün olacağı, aksi durumda alınacak yeni ek raporun mevcut bilirkişi ek raporundan farklı bir değerlendirme yapamayacağı, bozma kararında gösterilen hususların bilirkişi heyetince değerlendirildiği ve ek raporun buna göre düzenlendiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Özel Daire bozma kararlarına uyan yerel mahkemenin bozma gereklerini yerine getirip getirmediği ve bu kapsamda hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunun bozma kararlarında yazılan hususları karşılayıp karşılamadığı, burada varılacak sonuca göre arsa niteliğindeki taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla yeniden ek bilirkişi raporu alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

I- Asıl ve birleşen davanın esası yönünden yapılan temyiz incelemesinde; 16.5.1956 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de isteyebilir.

Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ister el atmanın önlenmesi davası isterse yer bedeli veya tazminat ya da ecrimisil davası açılmış olsun, davacının iddiasının araştırılması bilirkişi incelemesine bağlıdır (Arcak, A. / Doğrusöz, E.: Kamulaştırmasız Elkoyma, Ankara 1992, s. 55).

Bu noktada, bilirkişilerin taşınmazın değerinin tespitine ilişkin değer biçme esaslarını düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildir.

Ancak, öteden beri Yargıtay İçtihatlarında kamulaştırma hukukunda olduğu gibi, kamulaştırmasız el atma davalarına da kamulaştırma davalarındaki değer biçme esasları uygulanır. Bu kriterlere de, Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde yer verilmiştir.

Kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarını düzenleyen 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde; taşınmazın cins ve nevinin, yüzölçümünün, kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurların, her unsurun ayrı ayrı değerinin, kamulaştırma tarihindeki resmî makamlarca yapılmış kıymet takdirlerinin ve özellikle yapılarda resmî birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarının ve yıpranma payının, ayrıca bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin esas alınarak bedel takdiri gerektiği öngörülmüştür. Söz konusu 11. maddede, kamulaştırılan taşınmazın bedeli belirlenirken taşınmazın değerini etkileyen tüm unsurların dikkate alınması ilkesi getirilmiştir.

Kanunun lafzı ve ruhu göz önüne alındığında; ana ilke taşınmazın ve üzerinde bulunan muhdesatın gerçek değerinin tespit edilmesidir.

16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E., 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre taşınmazına el konulan kimse mülkiyet hakkının kamu tüzel kişiliğine devrine razı olarak, taşınmaz malın bedelini dava ettiği takdirde ödenecek bedel, taşınmazın el koyma tarihindeki özelliklerine göre, dava tarihindeki değeri olacaktır. Dolayısıyla kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davalarında da amaç taşınmazın gerçek değerinin tespiti olup, kamulaştırma ile denklik sağlanabilmesi için Kamulaştırma Kanunu’nun değer tespitine ilişkin hükümleri kısmen uygulanmaktadır.

Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle Edremit 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.01.2018 tarihli ve 2017/409 E., 2018/44 K. sayılı dosyasında dava konusu olan 3587 parsel sayılı taşınmazın eldeki davaya konu dava konusu taşınmaza komşu parsel olduğu, her iki dosyada da emsal olarak Yargıtay denetiminden geçen 4334 parsel sayılı taşınmazın emsal olarak seçildiği ve taşınmazların aynı özellikleri taşıdığı, komşu 3587 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak verilen yerel mahkeme direnme kararının Yargıtay 5. Hukuk Dairesince onandığı ve bu dosya bakımından güçlü delil oluşturduğunun anlaşılmış olmasına, taşınmazın dava tarihindeki değerinin biçilmesinde ve alınan rapor uyarınca bedelinin tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre direnme kararı yerindedir.

II- Birleşen dosyada vekalet ücreti yönünden yapılan temyiz incelemesinde;

Davalı ... vekilinin birleşen dosyada vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

S O N U Ç: 1-Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, davalı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 2-Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı ... vekilinin birleşen dosyada vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 01.10.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


 
  • Mülkiyet hakkı ve kamulaştırmasız el atma konularına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının ele alındığı ve tartışıldığı kapsamlı bir Hukuk Genel Kurulu Kararı, bu keyifli tartışmanın daha doğru anlaşılması ve perspektif kazanılması için karşı oy yazısının da mutlaka okunulmasını tavsiye ederiz.


Hukuk Genel Kurulu 2017/2028 E. , 2021/192 K. "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce hükmün onanmasına karar verilmiş, davacılar vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine de karar bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 25.05.2012 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin müteveffa babaları ... adına kayıtlı İstanbul ili Bakırköy ilçesi Halkalı köyü 2897 parsel sayılı taşınmazın, Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca 04.05.1979 tarihinde kamulaştırma işlemine tabi tutulduğunu ve bedelinin 39.600,00TL takdir edilerek Emlak Kredi Bankası Halkalı Şubesine malik adına bloke edildiğini, daha sonra Kamulaştırma Kanunu hükümleri doğrultusunda Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/5 E. sayılı kararı ile idare adına tescil edildiğini, taşınmazın kamulaştırması safhasında müvekkillerinin haberi olmadığını ileri sürerek takdir edilen kamulaştırma bedelinin fazlaya ilişkin hak ve taleplerinin saklı tutulması talebine bağlı kalınarak 40.000,00TL'ye artırılmasını, artırılacak kamulaştırma bedeline kamulaştırma kararının alındığı tarihten itibaren yasal faiz uygulanmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu 2897 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırıldığını, kamulaştırma kararı alınıp taşınmaz maliklerine de usulüne uygun tebligat yapıldığından kamulaştırmasız el atma iddiasının geçersiz olduğunu, kamulaştırma evrakının usulüne uygun tebliğ edildiğini, müvekkili idarenin yasada öngörülen yükümlülüklerini yerine getirdiğini, yapılan araştırma ile tespit edilen adrese kamulaştırma evrakının tebliğ edildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir

Mahkeme Kararı: 6. Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.03.2013 tarihli ve 2012/264 E. 2013/118 K. sayılı kararı ile; Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/5 E. 1985/95 K. sayılı ilam örneğinin incelenmesinde; davacısının Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü, davalısının ... olduğu, dava konusu taşınmazın Kamulaştırma Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca davalıya ait tapu kaydının iptali ile 39.600 lira istimlak bedeli karşılığında 26.02.1985 tarihinde davacı adına tesciline karar verildiği ve kararın kesinleştiği, kesinleşen karara göre belirlenen bedelin artırılması için dava açılamayacağı, kaldı ki davalı idarenin kamulaştırma işlemleri safhasında gerekli tüm araştırmaları yaptıktan sonra son aşamada ilanen tebligata gidildiğini belgesiyle kanıtladığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Düzelterek Onama Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 20.03.2014 tarihli ve 2013/23173 E. 2014/7714 K. sayılı kararı ile; “…Dosyada bulunan kanıt ve belgelere göre, dava konusu taşınmazın Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünce 1979 yılında kamulaştırıldığı, davacılar murisi... ... (Ender) hissesine düşen kamulaştırma bedelinin 12.12.1983 günü ilgili bankaya bloke edildiği, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden ve ayrıca ... kolluk tarafından yapılan araştırma sonucu davacı murisinin tespit edilen adresine yapılan tebligatın bile tebliğ iade edilmesi üzerine, kamulaştırma işlemlerinin Türkiye genelinde yayınlanan bir gazete de ilan yoluyla tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda davacı murisine usulüne uygun kamulaştırma tebliği yapılmasına rağmen 30 günlük hak düşürücü süre içinde bedel artırım davası açılmadığından davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde red kararı verilmesi sonucu itibariyle doğrudur. Ancak;

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde değişiklik yapan ve 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21.maddesi ile "kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde, vekalet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınması gerektiğinden;

Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 4. bendindeki (4.650,00-TL red nispi) kelime ve rakamlarının çıkartılmasına, yerine (1.320,00-TL maktu) rakam ve kelimelerinin yazılmasına, Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA,..” karar verilmiştir.

Davacılar Vekilinin Karar Düzeltme Talebi Üzerine Özel Dairenin Bozma Kararı: 9. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin düzelterek onama kararına karşı davacılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 29.09.2014 tarihli ve 2014/14792 E. 2014/22494 K. sayılı kararı ile; “…Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; 1979 yılında kamulaştırılan dava konusu taşınmaz ile ilgili olarak, idare tarafından yapılan adres araştırması sonucunda, davacılar murisinin adresinin tespit edilememesi üzerine, kamulaştırma işleminin 13.11.1982 ve 27.11.1982 tarihlerinde gazete ile ilanen tebliğ edildiği ancak, gazete ilanında davacılar murisinin (...) olan isminin (...) olarak yazıldığı gibi, ilanda yer alan parsel numarasının da dava konusu taşınmaza ait olmadığı ve dolayısıyla davacılara ya da murislerine usulüne uygun olarak yapılmış bir kamulaştırma tebligatından ve tamamlanmış bir kamulaştırmadan söz edilemeyeceği, bu durumda da, davacılar tarafından kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemi ile açılan davada işin esasına girilip, bir karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verildiği bu kez yapılan incelemede anlaşıldığından, davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin kabulüne, Dairemizin 20.03.2014 gün ve 2013/23173-2014/7714 sayılı düzeltilerek onama ilamının kaldırılmasına, hükmün yazılı gerekçelerle BOZULMASINA,…” karar verilmiştir. Direnme Kararı: 10. Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.12.2014 tarihli ve 2014/566 E. 2014/751 K. sayılı kararı ile; dosya arasında bulunan 13.11.1982 tarihli gazete ilanındaki ilan tablosunun en sol başında davaya konu olan parsel numarasının 2897 olduğu ve bu parsel numarasının ...'e ait olduğu, isim ... olarak değil ... olarak yazılmış ise de hemen yanında Kazım oğlu ibaresinin bulunduğu, dosya arasındaki Eyüp 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin muris ...'e ait veraset ilamının incelenmesinden baba adının Kazım olduğu, bu itibarla gazete ilanındaki ... ile davacının murisi ...'in aynı kişi olduğu hususunda şüphe olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi: 11. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın kamulaştırma işleminin kesinleşip kesinleşmediği noktasında toplanmaktadır III. GEREKÇE 13. Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el koyma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

14. Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 9 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır.

15. Gerek 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nda gerekse bu Kanunu kaldırarak kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştır.

16. Bu noktada 04.11.1983 tarihinde kabul edilip 08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalarda süre yönünden yirmi yıllık bir sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesinin 04.11.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 10.04.2003 tarihli ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak düşürücü süre ortadan kalkmıştır.

17. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi; iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na geçici 6. madde eklenmiş ve malikçe tazmin talebinde bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür.

18. Bu düzenlemeden sonra 25.02.2011 tarihinde yayımlanan 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un geçici 2. maddesi ile “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6'ncı maddesi hükmü, 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6'ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır” hükmü getirilmiştir.

19. Ne var ki, anılan bu madde Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve 2010/83 E. 2012/169 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararının 30.05.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.

20. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, 30.05.2013 tarihinde kabul edilip 11.06.2013 günlü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21. maddesi ile 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6. maddesinde değişiklik yapılmıştır.

21. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el koyma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.

22. Ancak kamulaştırmasız el koyma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.

23. Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.

24. Kamulaştırmasız el koyma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).

25. Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlama yetkisi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.

26. Anayasa’da modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.

27. Anayasa’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:

28. Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2 ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.

29. İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır, denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.

30. Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan madde; “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.” hükmünü içermektedir.

31. Ancak maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.

32. Anayasa’nın 35. maddesinin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.

33. Dikkat edilecek olursa; Anayasa’da mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.

34. Yine Anayasa’nın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi (mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılan sonuç, Türk hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.

35. Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden TMK’nın Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (Türk Kanunu Medenisi m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.

36. TMK’nın “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesine göre; “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.”

37. TMK’nın 683. maddesi (Türk Kanunu Medenisi m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.

38. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.

39. Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. TMK’nın 683. maddesine (Türk Kanunu Medenisi m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el koymaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.

40. Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur. Kanunun deyimiyle, “istihkak ve elatmanın önlenmesi” istemleri mülkiyet hakkından doğup, varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler.

41. Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.

42. Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.

43. O hâlde malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el atmanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır.

44. Burada, davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 tarihli ve 2010/5-662 E., K:2010/651 K. sayılı kararı).

45. Öte yandan, Ülkemizin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek Protokol imzalanmıştır.

46. AİHS Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

47. Buna göre protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.

48. Bu bağlamda kamulaştırmasız el koyma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.

49. Diğer yandan, 16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.” şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.

50. Yine Yargıtayın 16.5.1956 tarihli ve 1954/1 E., 1956/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına ve hu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu'nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el koyma halinde açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.

51. Mülkiyet hakkına, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; taşınmazın İmar ve İskan Bakanlığının 04.05.1979 tarihli ve 575/1138 sayılı Olur’u ile kamulaştırma işlemine tabi tutulduğu, idare tarafından malikin adresinin tespiti amacıyla tapu memurluğu ve vergi dairesi müdürlüğüne müzekkere yazıldığı, gelen müzekkere cevaplarına istinaden bildirilen adrese noter kanalı ile kamulaştırma evrakının gönderildiği, ancak tebligatın bila tebliğ iade edildiği, bunun üzerine belediye başkanlığı, muhtarlık ve jandarma komutanlığına adres araştırması için müzekkereler yazıldığı, ancak malikin adresinin tespit edilemediği, akabinde 13.11.1982 ve 27.11.1982 tarihlerinde Yeni İstanbul gazetesi aracılığı ile ilanen tebligat yoluna gidildiği anlaşılmaktadır.

52. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık konusu itibariyle gazete ilanlarının usulüne uygun olup olmadığı noktasına gelince; her iki tarihte yayınlanın gazete ilanlarında parsel numarası, taşınmazın yüzölçümü, m2 fiyatı, istimlak bedeli kısımlarının dava konusu 2897 parsel sayılı taşınmazı işaret ettiği, ayrıca gazete ilanlarında malik ...’in ismi “...” olarak yazılmış ise de, ilanda “...” isminin yanında “Kazım oğlu” ibaresinin bulunduğu, dosya içerisinde mevcut Eyüp 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin mirasçılık belgesi kararında da malikin babasının isminin Kazım olduğu, bu haliyle 13.11.1982 ve 27.11.1982 tarihlerinde gazetede yapılan ilanen tebligatların usulüne uygun olduğu kanaatine varılmıştır.

53. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında gazete ilanlarından birinde parsel numarasının okunaklı olmadığı, iki gazete ilanında da malikin tam adı ve soyadının yazılmadığı, davacılara ya da murislerine usulüne uygun yapılmış bir kamulaştırma tebligatından ve tamamlanmış bir kamulaştırmadan söz edilemeyeceği, bu nedenle Özel Daire bozma kararındaki nedenlerle hükmün bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

54. Hâl böyle olunca, Mahkemece bozma kararına karşı gazete ilanlarının usulüne uygun olduğuna dair direnilmesi yerindedir. Ne var ki davacılar vekilinin diğer temyiz itirazları yönünden değerlendirme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Direnme uygun olup, davacılar vekilinin diğer temyiz itirazları ile ilgili değerlendirme yapılması için dosyanın YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemece Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.03.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi. ... KARŞI OY Davacılar vekili; dava konusu 2897 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerinin murisi ... adına kayıtlı iken, 04.05.1979 tarihinde kamulaştırma işlemine tabi tutulduğunu ve bedelinin 39.600,00TL takdir edilerek Emlak Kredi Bankası Halkalı Şubesine malik adına bloke edildiğini, daha sonra Kamulaştırma Kanunu hükümleri doğrultusunda Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/5 E. sayılı kararı ile idare adına tescil edildiğini, ancak, bu işlemlerden ve taşınmazın kamulaştırması safhasından müvekkillerinin ve murisleri ...’in haberleri olmadığını, bu taşınmazı murisin belgelerinin içinde tapu suretini görmeleriyle öğrenip, Tapu İdaresinden de kamulaştırıldığı bilgisini alınca davalı idareye başvurduklarında, “durumun gerçek olduğunu, idarenin kamulaştırma için bloke ettiği paranın halen çekilmediğini ilgili bankanın tasfiye işlemleri içindeki evraklarda bulunduğunu” bildirdiklerini, istimlak bedelinin taşınmazın gerçek bedeli olmadığını, bu bedelin gününün şartları dahilinde hakkaniyete uygun bir hale getirilmesi için işbu davanın açıldığını, Kamulaştırma Kanununun 14. maddesindeki hak düşürücü sürenin başlaması için usulüne uygun tebliğin yapılması gerekmekte olup, kamulaştırmayı yapan idarenin kayıtlarında usulüne uygun bir tebligatın bulunduğuna dair bilginin bulunmadığını ileri sürerek; kamulaştırma bedeli olarak takdir edilen bedelin fazlaya ilişkin hak ve taleplerin saklı tutulması talebine bağlı kalınarak şimdilik 40.000,00TL'sına artırılmasını, artırılacak kamulaştırma bedeline kamulaştırma kararının alındığı tarihten itibaren yasal faiz uygulanmasını talep etmiştir.

Davalı idare vekili; dava konusu 2897 parsel sayılı taşınmazın Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 04.05.1979 tarih ve 575/1138 sayılı Olur’ları ile kamulaştırıldığını, kamulaştırma kararı alınıp taşınmaz maliklerine de usulüne uygun tebligat yapıldığından kamulaştırmasız el atma iddiasının geçersiz olduğunu, müvekkili idarenin yasada öngörülen yükümlülüklerini yerine getirdiğini, adres araştırması ile tespit edilen adrese kamulaştırma evrakının tebliğ edildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel Mahkemece; Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/5 E. 1985/95 K. sayılı ilam örneğinin incelenmesinde; davacısının Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü, davalısının ... olduğu, dava konusu taşınmazın Kamulaştırma Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca davalıya ait tapu kaydının iptali ile 39.600 lira istimlak bedeli karşılığında 26.02.1985 tarihinde davacı adına tesciline karar verildiği ve kesinleştiği, kesinleşen karara göre belirlenen bedelin artırılması davası açılamayacağı, kaldı ki davalı idarenin kamulaştırma işlemleri safhasında gerekli tüm araştırmaları yaptıktan sonra son aşamada ilanen tebligata gidildiğini belgesiyle kanıtladığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Özel Dairece; ''...Dosyada bulunan kanıt ve belgelere göre, dava konusu taşınmazın Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünce 1979 yılında kamulaştırıldığı, davacılar murisi... ... hissesine düşen kamulaştırma bedelinin 12.12.1983 günü ilgili bankaya bloke edildiği, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden ve ayrıca kolluk tarafından yapılan araştırma sonucu davacı murisinin tespit edilen adresine yapılan tebligatın bile tebliğ iade edilmesi üzerine, kamulaştırma işlemlerinin Türkiye genelinde yayınlanan bir gazete de ilan yoluyla tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Bu durumda davacı murisine usulüne uygun kamulaştırma tebliği yapılmasına rağmen 30 günlük hak düşürücü süre içinde bedel arttırım davası açılmadığından davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde red kararı verilmesi sonucu itibariyle doğrudur. Ancak; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde değişiklik yapan ve 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21.maddesi ile "kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde, vekalet ücretinin maktu olarak hüküm altına alınması gerektiğinden; Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 4. bendindeki (4.650,00-TL red nispi) kelime ve rakamlarının çıkartılmasına, yerine (1.320,00-TL maktu) rakam ve kelimelerinin yazılmasına,,...'' gerekçesiyle kararın düzeltilerek onanmasına karar verilmiş ise de davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine; Özel Dairece; ''... dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; 1979 yılında kamulaştırılan dava konusu taşınmaz ile ilgili olarak, idare tarafından yapılan adres araştırması sonucunda, davacılar murisinin adresinin tespit edilememesi üzerine, kamulaştırma işleminin 13.11.1982 ve 27.11.1982 tarihlerinde gazete ile ilanen tebliğ edildiği ancak, gazete ilanında davacılar murisinin (...) olan isminin (...) olarak yazıldığı gibi, ilanda yer alan parsel numarasının da dava konusu taşınmaza ait olmadığı ve dolayısıyla davacılara ya da murislerine usulüne uygun olarak yapılmış bir kamulaştırma tebligatından ve tamamlanmış bir kamulaştırmadan söz edilemeyeceği, bu durumda da, davacılar tarafından kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemi ile açılan davada işin esasına girilip, bir karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verildiği bu kez yapılan incelemede anlaşıldığından, davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin kabulüne, Dairemizin 20.03.2014 gün ve 2013/23173-2014/7714 sayılı düzeltilerek onama ilamının kaldırılmasına, hükmün yazılı gerekçelerle bozulmasına…” karar verilmiştir.

Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; dosya arasında bulunan 13.11.1982 tarihli gazete ilanındaki ilan tablosunun en sol başında davaya konu olan parsel numarasının 2897 olduğu ve bu parsel numarasının ...'e ait olduğu ve ... olarak değil ... olarak yazılmış ise de hemen yanında Kazım oğlu ibaresinin bulunduğu, dosya arasındaki Eyüp 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin muris ...'e ait veraset ilamının incelenmesinden baba adının Kazım olduğu, bu itibarla gazete ilanındaki ... ile davacının murisi ...'in aynı kişi olduğu hususunda şüphe olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın kamulaştırma işleminin kesinleşip kesinleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; kamulaştırma, kamu yararı kararı alınmasından taşınmazın edinilmesi aşamasına kadar birden çok idari işlemi gerektirmektedir.

Dava konusu 2897 parsel sayılı taşınmaz hakkında da İmar ve İskan Bakanlığı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırma işlemleri 1979 yılında başlatılmış olup, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanıp tamamlanmadığının anılan tarihte yürürlükte bulunan 6830 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uyarınca saptanması gerekecektir.

31.08.1956 tarihli ve 6830 Sayılı Mülga İstimlak Kanununun 7. maddesinde “istimlaki yapacak idare istimlak veya istimlak yolu ile üzerlerinde irtifak hakkı tesis olunacak gayrimenkullerin ve kaynakların hudut, mesaha ve cinsini gösterir ebatlı plan veya krokisini yaptırarak tapu ve vergi kayıtları üzerinden veya haricen yaptıracağı araştırma ile mal sahiplerini ve tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini tespit ettirir” denmektedir.

Yine aynı kanunun 13. maddesinde tebligat başlıklı hükümde “istimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tespit edilen mal sahibi, zilyet ve diğer alakalılarından ikametgâhı tespit edilmiş olanlara istimlak olunacak gayrimenkulün plan veya ebatlı krokisi, istimlak kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlakin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime tercih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu hükümleri tatbik olunur….. “ denilerek

İlan: A) İstimlaki kararlaştırılan yerin umuma mahsus mahallesinden birine ve belediye dairesi veya köy odasına 15 gün müddetle talik edilmek suretiyle;

B) Gazete çıkan mahallerdeki gazetelerden birisinde evrak hulasalarının 15 gün ara ile en az iki defa neşri suretiyle yapılır…. düzenlemesi vardır.

Diğer taraftan; Anayasa Mahkemesi’nin 2013/3667 sayılı bireysel başvuru üzerine verilen 10.06.2015 tarihli kararında vurgulandığı gibi:

Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir: "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir: "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin "kamu yararı" olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).

Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM, E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003).

Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin "kamu yararı" olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla idarece kaldırılmasıdır. Kamulaştırmanın bir başka tanımlaması ise kamu yararı amacıyla, bir taşınmazın takdir edilen bedeli peşin verilmek üzere malikinin rızasına bakılmaksızın elinden alınmasıdır. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. İdare kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri kanuna uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza elatarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Ayrıca hak düşürücü sürelerin geçmesiyle taşınmaz malikinin her türlü dava açma hakkının engellenmesi ve taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlanmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003).”

Anılan Anayasa Mahkemesi kararında “…Sonuç olarak, halen başvurucular adına tapuya kayıtlı taşınmazın, kamulaştırma kararı alınarak başvurucuların anılan taşınmazı satın aldıkları tarihten sonra tapu kaydına “DSİ Genel Müdürlüğünce kamulaştırılacaktır” şerhinin konulmasına rağmen, kamulaştırma işleminin tamamlanmadığı ve taşınmazın bedelinin başvuruculara ödenmediği dikkate alındığında, taşınmaz üzerinde mülkiyet hakları bulunduğu şüphesiz olan başvurucuların, İdare tarafından el atılan ve bedeli ödenmeyen taşınmaz bedelinin ödenmesi amacıyla açtıkları davanın reddine karar verilmesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır…”

Somut olaya gelince; 31.08.1956 tarihli ve 6830 Sayılı Mülga İstimlak Kanunu hükümleri uyarınca İmar ve İskan Bakanlığı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından dava konusu taşınmazın kamulaştırılması için, tapu ve vergi dairesi müdürlüklerinden adres araştırması yapılıp murisin Aksaray/İstanbul adresinin tespit edildiği, bu adrese çıkartılan tebligatın bilâ tebliğ dönmesi üzerine muhtarlıktan, Belediye fen işleri müdürlüğünden ve Jandarma Komutanlığından adres araştırması istenip sonuç alınamaması üzerine 6830 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince gazete ilanları yaptırılarak, 13.11.1982 ve 27.11.1982 tarihli ilanlar sunulmuştur. Ancak, İdarece 6830 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince taşınmazın bulunduğu yer itibariyle köy odası ya da belediye dairesinde ilan yapıldığına dair belge ibraz edilmemiştir. Öte yandan; Yeni İstanbul Gazetesinde yapılan iki adet gazete ilanlarının yapılan incelemesinde de, 13.11.1982 tarihli gazete ilanında dava konusu taşınmazın parsel numarasının kamulaştırılan taşınmaz parsel numarası olup olmadığı anlaşılamadığı gibi, her iki gazete ilanında da taşınmaz malikinin tam adı yazılmayarak ... olan adının ... olarak yazıldığı görülmektedir.

Bakırköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1984/5 Esas sayılı dosyasındaki kamulaştırma işlemlerine ait evraklar getirtilmek istenmiş, arşivin yanması nedeniyle dosyanın bulunamadığı, sadece kararın gönderildiği görülmüştür. Yine kamulaştırma bedelinin davacıların murisine ödendiğine dair banka kayıtları idare tarafından dosyaya sunulmamıştır.

O hâlde; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 13, 35 ve 46. maddeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile az yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca somut olay değerlendirildiğinde; davalı idare, kamulaştırma işlemlerini yasal hükümlere göre usulüne uygun olarak yaptığını ve işlemlerin tamamlandığını ispatlamak zorundadır. Oysa, dava konusu taşınmazın kamulaştırma ilanlarının 6830 sayılı Kanunun 13. maddesi açıklamasına uygun olarak yapılmadığı ve yapılan gazete ilanlarından birinde parsel numarasının okunaklı olmadığı, iki gazete ilanında da malikin tam adı-soyadı yazılmadan yapılan ilanen tebligatın Tebligat Kanunu hükümlerine de aykırı olduğu, dolayısıyla davacılara ya da murislerine usulüne uygun olarak yapılmış bir kamulaştırma tebligatından ve tamamlanmış bir kamulaştırmadan söz edilemeyeceği açıktır. Öyle ise; davacıların mülkiyet hakkı gözetilerek usulüne uygun tamamlanan bir kamulaştırma bulunmadığından işin esasına girilerek bir karar verilmesi gereğine değinen Özel Dairenin bozma kararına karşı verilen direnme kararı yerinde değildir.

Hâl böyle olunca; yerel mahkemenin direnme kararının bozulması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun kararına katılamıyoruz.


 
ankara kamulaştırma avukatı

bottom of page